Son dönemlerde teori ve ideoloji gibi alanlarda ortaya çıkan “icatlara” artık şaşırmıyoruz.
Batıda kabaca 300 yıllık tarihi olan, Doğu toplumlarına ilişkin “okumalara” yönelik eleştirinin adeta teorik bir zemin, sağlam bir ideolojik konumlanış olarak kabul edilmesi de şaşırtıcı sayılmamalı. Sadece Edward Said’le ve onun “Oryantalizm” (1978) adlı kitabıyla sınırlı bir alandan söz etmiyoruz. Az önce sözünü ettiğimiz “konum”, Said’den sonra, muhtemelen kendisinin de “Ben aslında bunları kastetmemiştim” diyeceği çizgilerde sürdürülmektedir. Özeti şöyle:
“Nihayetinde 'oryantalizm' hegemonik kullanımında, bir eleştirel silah olmaktan çok, toplumsal, politik ve ekonomik ilişkilerin ayık kafayla görülmesine engel olan bir kültürelci zihniyetin güdümünde serüvenine devam etmektedir.” (Fırat Mollaer, bkz. https://www.birikimdergisi.com/guncel/7243/sarkiyatciligi-istismar-etmek)
***
Oryantalizmin görebildiğimiz başlıca zaaflarını özetlemeye çalışalım:
Birincisi: Oryantalizm özcüdür (“essentialist”). Sorun, olguların özünün aranmasında değil, büründüğü biçimlerle oluşturduğu somut-tarihsel bütünlüğün ve yaşadığı değişimin hiç görülmemesi, özün kendisinin mutlaklaştırılmasıdır. Doğuya dışsal olgular ve süreçler olarak kapitalizm, sömürgecilik, emperyalizm ve günümüzün küreselleşmiş kapitalizmi sanki Doğu toplumlarının “üstüne konulmuştur”; yani o toplumlara nüfuz etmesiyle, bulduğu karşılık ve harekete geçirdiği dinamiklerle yepyeni bir şekillenmeye yol açmamıştır.
İkincisi: İlkiyle ilişkili olarak Oryantalizmde sermaye, sermaye birikimi, sermayenin yayılması, geleneksel meta üretiminin ve ilişkilerinin modern meta üretimine ve ilişkilerine dönüşmesi ve elbette sınıflar ve sınıf mücadeleleri neredeyse hiç yoktur. Bunlar sanki her işin başı ve sonu olan “kültürel alanın” altındaki ayrıntılardan ibarettir.
Üçüncüsü: Sanki Avrupa’da 1800’lü yıllarla birlikte yaşanan sınıf mücadeleleri, Paris Komünü, 1917 Devrimi, daha sonraki Çin ve Küba devrimleri Batının Doğuyu okumasında herhangi bir etki yaratmamıştır… Anti-sömürgecisi, anti-emperyalisti, Marksisti, sosyalisti, devrimcisi dahil batıda kim varsa hep “oryantalist” olarak kalmıştır. Oysa örneğin Batılı Marksistler kendi coğrafyaları dışında gerçekleşen devrimlere “küçümsemeyle bakmak” şöyle dursun, bu devrimlerin verdiği “esinlerle” kendi Marksizm anlayışlarını “yenileme” ihtiyacı duymuştur.
Dördüncüsü: Özellikle tarih ve kültür alanındaki kimi yaklaşımların boşluk ve zaaflarının eleştirilmesi dışında, Oryantalizm bize geçmiş-günümüz-gelecek bağlamında bütünlüklü bir analiz çerçevesi sunmadığı gibi Oryantalizmin kendisinden (ütopik bile olsa) herhangi bir gelecek tasavvuru çıkarmak da mümkün değildir.
***
Konuyu açma gereği duymamızın nedeni, Mollaer’in sözünü ettiği, kültürelci zihniyetin güdümündeki Oryantalizmin, örneğin günümüz Türkiye’si söz konusu olduğunda nerelere kadar götürülebileceğine ilişkin kimi düşüncelerdir.
Ama önce bir “güncelleme” yapmamız gerekiyor: Özgün haliyle Oryantalizmde ilgili coğrafya Asya ve Afrika’dır. Ancak, bu geniş coğrafyada asıl odaklanılan bölgeler Hindistan yarımadası, Orta Doğu ve Kuzey Afrika olmuştur. Burada da kalmamıştır: Bugün Oryantalizm dendiğinde “gündem” özellikle Arap coğrafyası ve İslamiyet olmak üzere biraz daha daralmıştır…
Türkiye Arap coğrafyasının bir parçası olmasa bile bu coğrafyayla uzun yılları kapsayan tarihsel bağları vardır.Aynı coğrafya bugün 18 yıllık AKP iktidarının özel “ilgi alanını” oluşturmaktadır. Şimdi, Türkiye gibi bir “İslam ülkesinin” kritik bir coğrafyayla iç içe oluşu, bu coğrafyaya yönelik niyetler, mevcut rejimin siyasal, ideolojik ve kültürel kimliği ve son dönemde Batı (özellikle Avrupa) dünyasıyla yaşanmakta olan gerilimler hep birlikte alındığında, Oryantalizmin, “direnç hattı” diye lanse edilecek hayli işlevsel bir araç olacağını söylemek mümkündür.
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik ısrarlı itirazlar, “modernleşme diye bize 150 yıldır anlatılan başkalarının hikayesinden” söz edilmesi, alfabe değişikliğiyle bir gecede cahil kalındığı gibi iddiaların hala sürdürülmesi, vb. adı öyle (Oryantalizm) konmasa da bu çerçevede değerlendirilmelidir.