AKP kongresinde nasıl bir “hava” estiğini biliyoruz.
Bu havadan fazlasıyla sarsılıp tepki gösterenler, “canım bu kadar da olmaz ki” diyenler arasında bir zamanlar bu partiye ve iktidarına hayırhah bakanlar özellikle dikkat çekiyor.
Şimdi, tartışma konusu şu: İşlerin bu noktaya geleceği, bundan diyelim on yıl önce, 2006 yılında öngörülebilir miydi?
Kimilerine göre kesinlikle öngörülemezdi…
(…) nereden bilinebilirdi ki…
(…)’yı kim tahmin edebilirdi ki…
(…)
Biraz şuna benziyor:
Biri, hafta sonu oynanacak maçta (X) takımının (Y) takımını mutlaka yeneceği, başka bir olasılığın düşünülemeyeceği kanısında. Çok iddialı, çok emin konuşuyor…
Gel gör ki maçı (Y) takımı kazanıyor.
Baştaki iddianın sahibi:
“(Y)’nin defans kurgusunun bu kadar iyi işleyeceğini kim tahmin edebilirdi?”
“(Y) takımının kalecisinin kalesinde bu kadar devleşeceğini nasıl bilebilirdim?”
İyi de, hepsi futbol içi ve hiç de olağandışı sayılamayacak bu olasılıkları dikkate almadan nasıl kalkıp bu kadar kesin konuşabildin?
***
Konumuza dönersek, öngörülmesi mümkün olanın öngörülememesinin en baştaki (tek değil) nedeni yöntemseldir.
Anlatmaya çalışalım.
Devlet… Demokrasi… Anayasa… Laiklik… Rejim… Dincilik (Siyasal İslam)
Belirli kurumsallıklara işaret eden bu kavramlara başkaları da eklenebilir.
Neyi eklersek ekleyelim, belirli bir kesimde gördüğümüz şudur: (Bu kesime göre) her kurumun/kurumsallığın kendi ayrı kompartımanı ya da kulvarı, bu kulvarda sergilediği özel gelişim mantığı, dinamikleri vardır.
Her biri, kendi özgül “yapısallığı” içinde devinir...
Örneğin Devlet mi?
“Ulus devlet” olarak temelde 19. yüzyılda şekillenmiştir… Modernleşme süreçlerinin öncülüğünü üstlenmiştir… Temsili demokrasi de ulus devlet zemininde boy atmıştır… Ulus devlet(ler) uzunca bir süre dünyamızı şekillendirmiş, ona yön vermiştir… Ama artık “aşılmaktadır”… Küreselleşmeyle birlikte, vesaire, vesaire…
Uzatmayalım; az öncekine benzer bir kronolojiyi, diğer “kompartımanların” tek tek her biri için düşünüp söyleyebilirsiniz…
Peki, bu kompartımanların kendi devinimlerinin bileşkesi olarak ortaya çıkan nedir?
“Ne çıkarsa bahtımıza” mı dememiz gerekiyor?
***
Dünyayı şimdilik bir kenara bırakalım.
Burada, Türkiye’de, bir üretim tarzı olarak kapitalizmden söz edebiliyor muyuz edemiyor muyuz?
Kapitalizm diyorsak, bunun sermaye birikim ve dolaşım süreçleri, sermayenin daha önce kendisine ait olmayan alanlara girmesi, ücretli emek sömürüsü, kâr oranları, artı değerin realizasyonu, rant paylaşımı gibi kendi dinamikleri var mı yok mu?
Özel olarak Türkiye kapitalizminden söz ediyorsak, bu kapitalizmin kendini sürdürebilmesi, belirli sektörlerin canlı tutulmasından “sıcak para girişine”, buradan ideolojisinden kültürüne kadar üstyapısal alanlara uzanan özel koşulları gerektiriyor mu gerektirmiyor mu?
Ve asıl soru: Yukarıdaki iki paragrafta söylenenlerin, devletten laikliğe, demokrasiden Siyasal İslam’a kadar kendi kompartmanlarında paşa paşa devinip gittiği düşünülen ne varsa hepsini bir potada toplayıp onları yeniden şekillendirdiğini, yörüngelerini belirlediğini görmek çok mu güçtür?
Biraz “indirgemeci” mi oldu?
Böyle düşünecek olanlara sözümüz şudur: “İndirgemeci” dediğiniz bütünselci yaklaşımı sahiplenenler, bugünkü durumu elbette her ayrıntısıyla önceden göremezlerdi; ancak öngörebildikleri kadarıyla (ve bu bağlamdaki uyarılarıyla) "kompartımancılardan" çok daha gerçekçi oldukları ve sonunda haklı çıktıkları açıktır.
***
Sonuçta, ülkenin bir dönemin AKP’siyle yakaladığı fırsatı bu partideki “değişim” nedeniyle kaçırdığını düşünüp hayıflananlara, “nasıl bilebilirdik” diye avunmaya çalışanlara bir teselli önerimiz olacak.
“Eski” olduğumuzdan, teselli önerimiz de eskilerden olacak. “Bir zamanların AKP’sini” artık orada bulamayanlar “The Zombies” grubunun 1965 yılı hit parçası “She is not there”’i dinlesinler.
Başı şöyle:
“kimse bana ondan
nasıl yalan söylediğinden söz etmedi
kimse bana söz etmedi
kaç kişiyi ağlattığından
ancak,
üzgünüm demek için çok geç
nasıl bilebilirdim ki?
o zaman, neden ipleyeyim ki?
lütfen zahmet edip
onu bulmaya çalışmayın
orada değil…”