10 Eylül sadece TKP’lilerin değil Türkiye’nin tüm devrimcilerinin, komünistlerinin doğum günüdür.
Söz konusu olan sadece dar anlamıyla bir partinin, bir örgütün kuruluşu değil Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin vücut bulmasıdır.
97 yıl sonra…
Herhangi bir tartışmaya Türkiye’nin özgünlüğü ile başlamak genellikle doğru bulmadığımız bir yaklaşımdır. Ancak, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin dünyanın başka bir ülkesinde görülmemiş bir trajediyle başladığını söylemek zorundayız.
Mustafa Suphi ve on beş yoldaşımız ülkemizin Komintern’e bağlı ilk örgütlenme olan TKP’nin kurucuları ve merkez yöneticileri olarak komünist hareketin bilinen ve kayıtlara geçmiş ilk kayıplarıdır. Belki de bu nedenlerle TKP’nin kuruluş mirasını sahiplenmek ülkemizin tüm devrimci ve komünist kadrolarının üzerinde ortaklaştığı ender başlıklardan birisi.
Doğrudan Ankara Hükümeti’nin imzası olan bir katliamla mücadelesi ciddi bir kesintiye uğramış TKP’nin kuruluşu ve uğradığı ağır saldırıya dair bugüne kadar söylenmemiş bir söz kalmamış olabilir, ancak yine de 97 yıl sonra 10 Eylül vesilesiyle kimi noktaları vurgulamak, görece az değinilen kimi başlıkların altını çizmek, en önemlisi bugünün ve yarının kavgaları için önemli gördüğümüz noktalara işaret etmek gerektiğini düşünüyoruz.
Örneğin söz konusu katliamın “bir avuç” devrimcinin iktidarı almasından duyulan bir kaygının, korkunun ürünü olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Ancak, henüz toy burjuva iktidarın, Anadolu topraklarında kök salmayı başaran bir devrimci hareketin ülkeyi sosyalizme taşıma olasılığını gördüğünü, katliamın esas nedeninin bunu daha başından engellemek olduğunu söylemek ise pekala mümkündür.
Türkiye burjuvazisinin 97 yıldır kesintisiz biçimde devam ettirdiği, henüz çok küçük kıpırdanmalar başladığı anda devrimcilere karşı büyük bir şiddetle bastırma taktiğinin nedeni bu büyük korkudur. Komünistleri, devrimcileri ülkeye yabancılaştırmak çabalarının nedeni budur.
Sahiplenme ve aşma
TKP’nin kuruluşu Bolşevik düşünceyi ülkemiz topraklarına örgütlü olarak taşıma girişiminin ilk adımı olarak görülebilir. TKP öncesinde de Türkiye’de örgütlü sosyalizm mücadelesi girişimleri vardır. TKP hem kuruluşu sırasında, hem de uğradığı alçakça saldırı sonrasında yeniden örgütlenme sürecinde, geçmişteki tüm mücadele deneyim ve birikimini kapsama ve aşma çabalarıyla TKP’dir. Genç komünist hareketimiz kendinden önceki işçi hareketinin ve sol hareketin mirasını yok sayarak yola çıkmamış aksine birikmiş bütün olumlu değerlerin mirasçısı ve sahibi olduğunu pratiği ile göstermiştir.
TKP tarihi, birçok başka parti tarihi gibi, iniş ve çıkışların, yükseliş ve düşüşlerin, “atılım”lar ve çözülüşlerin iç içe yaşandığı bir tarihtir.
Geçmişte yaşanan olayları, kişileri söz konusu edeceksek yaşanmış tarihi değiştiremeyiz.
Bizim sahiplendiğimiz ve sürdürdüğümüz miras, Türkiye’de devrimci ve komünist hareketin bütünsel tarihidir. 100 yıla yaklaşan bu süre içinde mücadelemiz çeşitli evrelerden geçmiştir. Kuşkusuz pek çok başarının yanı sıra önemli hatalar ve başarısızlıkları da olan bu tarihin bütün kazanımlarını kendi kazanımlarımız, düşülen bütün yanlışları kendi yanlışlarımız olarak görüyor ve değerlendiriyoruz.
Sol tarihin derslerinden yararlanabilmenin tek yolunun bu olduğunu da ekleyebiliriz.
Geçmişe sağlıklı bir bakışın ön koşulu, bu tarihsel dönemin belli bir kesitini değil, bütününü sahiplenmektir. Yüzümüzü geleceğe dönmenin tek yolu budur.
Bu bakışı geliştirdiğimiz ölçüde sadece tarihimizde ne olmuş, kim varmış, kim kiminle nerede ne yapmış gibi görece daha basit sorunlar ile yetinmeyip, neden ve nasıl sorularında da cevaplar verip geçmişten, geleneğimizden daha doğru sonuçlar çıkarabiliriz.
Son cümle belki biraz garipsenmiştir, bize göre tarihin “yaşanmış olaylar toplamı” olmaktan çıkıp bir bilim olma özelliği kazandığı nokta budur; geçmişe dünden, bugünden ve hatta yarından bir bütün olarak bakabilmeyi sağlamak.
Bu yeniden kurma işinde, devrimci siyasal ilkeler, üretkenlik-yaratıcılık, direngenlik, özveri ve disiplin, davada ısrar ve inat, vazgeçilmez, vazgeçilmesi teklif bile edilemez değerlerimizdir.
Amacımız, bu değerleri dünden bugüne taşımak, yeniden üretip sahip çıkarken gelecek kuşaklara yükseltilmiş olarak teslim etmektir.
10 Eylül ve yeniden kuruluş
Türkiye’de sosyalizm mücadelesi zaferler ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Görevimiz bu mirası kararlılıkla savunmak kadar, onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı olmaktır.
Türkiye’nin, emekçi halklarımızın, sola, kitlesel bir sosyalist harekete ihtiyacı ekmek kadar su kadar önemli ve acildir.
Bize düşen sosyalizm bayrağını, ideolojisini, siyaseti ve devrimci komünist örgütüyle her yerde yeniden ve mutlaka daha ilerde kurmak, iktidara yürüyen bir halk örgütlülüğü olarak büyütmektir.
Bu ancak ve ancak, aynı onurlu tarihin çok yönlü devrimci bir eleştirel değerlendirmesinin sonucu olabilir. Zayıf, eksik veya kusurlu olan noktalarda bu geçmişi devrimci eleştiriye tabi tutmak, bu büyük deneyimden günümüzdeki ve gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri çıkarmaya çalışmak sahiplenme iddiasının somutlandığı noktadır.
Türkiye’de komünist hareketin güncel görevi bu temel üzerinde devrimci bir yenilenme hamlesi yapmaktır.
Süreklilik iyidir, ancak eğer toplumsal mücadelelere önderlik iddianız varsa yetmeyeceği de bu tarihin önemli bir dersi olarak önümüzde durmaktadır.
Hayatın dinamik akışı karşısında, partiyi- örgütü (hatta sadece yönetsel kademelerini) kastlaştırırsanız, mücadelenin ihtiyaçlarına yanıtlar üretemeyip, kavganın enerjisinin dönüştürücü gücünden faydalanamazsınız.
Örgütlü mücadelenin tarihi, sadece böyle ilerleyebilir. Bir yanda geçmişten devralınan birikim ve üzerine eklenenlerle sağlanan süreklilik vardır, diğer yanda da değişen ve değiştirilen koşullarla birlikte ortaya çıkan “yenilikler”. Bunlar birbirini tamamlarsa ilerleme olur.
Örneğin komünist hareket için, siyasetin alanı ve hedefi olarak iktidar, bu iktidarı hedefleyen özne (işçi sınıfı) ve onun devrimci örgütü olarak komünist bir parti, sürekliliğin temel unsurlarıdır.
Bir değişim ve yenilenme, bu üç asli unsuru tartışma konusu yapıyorsa ortada süreklilik yoktur. Bu garanti altına alındığı sürece değişimden ve yenilikten kaygı duyulması için bir neden yoktur.
Yarın Bizimdir!
97 yıl önce yarım kalsın istenen güzel ve büyük yolculuğumuza, o yıllarda bir avuç hülyalı devrimcinin hayali olan sosyalizmi, bugün milyonlarca emekçinin uğruna mücadele ettiği somut bir hedef olarak örgütlemenin inadı, heyecanı ve çoşkusuyla devam ediyoruz.
Bugün okuyucuyla buluşmaya başlayan Yön dergisinin Eylül sayısında sevgili Can Soyer’in yazdığı şu satırlar, bunun bir yansıması olarak görülebilir.
“Siyasal iktidar karşı-devrimci bir odağın elindedir. Türkiye’de karşı-devrimcilik iktidardan, egemenlik aygıtından ve rejimden yayılmaktadır. Dolayısıyla, Saray Rejimi’ne karşı mücadelenin, bir karşı-devrimle mücadele biçimini alması zorunludur.
Bunun tek yolu vardır, o da devrimci bir cumhuriyet programını örgütlemek. Diğer bir deyişle, karşı-devrime devrimle yanıt vermek.
Türkiye, sermaye ve gericilik ittifakının ilerlettiği bir karşı-devrimin, halkçı, aydınlanlanmacı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir devrimi bangır bangır çağırdığı bir coğrafyadır.
Türkiye’nin devrimsiz kurtuluşu, en azından artık, gündem dışıdır.
Ülkesini arayan devrim, devrimini arayan işçi sınıfı...
Türkiye’nin geleceğine can verecek kan bu damardan akmaktadır.”
Son satırlarımızı sevgili Can’ın yazdıklarının devamı olarak da okuyabilirsiniz.
10 Eylül 2017’de söylenebilecek olan şudur, bir dünya görüşü olarak komünizm varsa, bu idealler uğruna dövüşmeye hazır kadrolar varsa bunların devrimci komünist bir örgütü, kendisini işçi sınıfı-emekçi halk kitleleri içinde örgütleyen bir partileri varsa eşit-özgür bir gelecek, kardeşçe barış içinde yaşayacağımız daha güzel bir dünya da mutlaka olacaktır.
Gelecek, onun için savaşanlarındır.
Bu yüzden gönül rahatlığıyla haykırıyoruz: Yarın bizimdir yoldaşlar!