Okuduğunuz yazı, 2020 yılının bu portaldaki son yazısı oluyor.
Böyle yazılar çoğu kez bitmekte olan yılın genel bir bilançosunu verir. Herkesin lanetle anmakta yarıştığı 2020 yılını bir kenara bırakıp önümüzdeki 2021 yılında bizi nelerin beklediğine bakmaya çalışalım. Burada, Türkiye’de siyasetin olası seyrini her yönüyle ele alamayacağımıza, Covid-19 ve aşısı konusunda da bir şey söyleyemeyeceğimize göre belirli bir başlığa odaklanmak en iyisi olacak:
Türkiye, ABD yaptırımları, AB’nin giderek açtığı mesafe, Selahattin Demirtaş özelindeki AİHM kararının “bağlayıcı” sayılmaması gibi konularda gerçekten güç, köşeye sıkışmış durumda mıdır?
Önümüzdeki 2021 yılı bu konularda ne gibi gelişmelere gebedir?
***
Türkiye’de, özellikle iç siyaset söz konusu olduğunda beklenmeyen, “sürpriz” denebilecek gelişmeler yaşanabilir. Bunu kabul ediyoruz; ancak gündemimizde az önceki başlıklar yer alıyorsa görüşümüzü hemen belirtelim: 2021 yılında Türkiye’de ABD yaptırımları, AB’nin tutumu ya da AİHM kararına uyulmaması sonucunda “dönüş”, “kırılma”, “çark etme” vb. anlamında ciddi bir gelişme yaşanmayacaktır.
Bunların önemsiz başlıklar olduğunu söyleyecek değiliz kuşkusuz; ancak, solcular dahil pek çok çevre tarafından sanılanın aksine, bunların rejimi “köşeye sıkıştırıcı”, “çaresiz bırakıcı” ve “havlu attırıcı” sonuçlar vereceğini düşünmek için bir neden göremiyoruz. Bu arada, örneğin AİHM kararı söz konusu olduğunda “artık mecburlar, uyacaklar, başka çareleri yok” gibi değerlendirmelerin neye dayanarak, hangi güvenle yapıldığını anlamakta güçlük çektiğimizi de ekleyelim.
Kanımızca burada sorun, Türkiye’yi gözden çıkarmanın batı (ABD ve AB) açısından taşıdığı risklerin azımsanmasından kaynaklanıyor. Sanki S-400, Doğu Akdeniz’deki gerilim ve AİHM kararına uyulmaması gibi sorunlar karşısında batı bu kadarının da fazla olduğu sonucuna varıp rejimin ve Erdoğan’ın üstünü çizecek, ipini çekecektir…
Oysa Türkiye, rejimi ne olursa olsun, salt jeopolitik-askeri yönden değil küresel finans düzeninin işleyişi açısından da önemli bir yerde durmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin batıya çok ama çok, batının ise Türkiye’ye pek az muhtaç olduğu düşüncesinin gerçekte bir karşılığı olduğunu sanmıyoruz.
Erdoğan da böyle olmadığını bildiği için aklına estiğinde efelenebilmektedir. Bu efelenmelerin tamamen kof ve temelsiz olduğunu söylemek de mümkün görünmemektedir.
Yanlış anlaşılmasın: Türkiye’nin batıya rest çekip başka yerlere yönelme, “Avrasya” tercihinde bulunma gibi bir niyeti yoktur. Yalnızca, günümüz dünyasında, özellikle batıyla ilişkilerinde henüz pek dar sayılmayacak manevra alanları olduğunu bilmektedir ve oyununu da buna göre oynamaktadır.
Özetle, 2021 yılı da bu manevralarla geçeceğe benzemektedir.
***
Söylediklerimizi biraz daha somutlama açısından rejimin AİHM’nin Demirtaş kararı karşısında ne yapabileceğine bakalım.
Bizce rejimin Demirtaş hakkındaki AİHM kararına uyup uymayacağında belirleyici etmen, kesinlikle Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi olarak konumu, Anayasa’nın 90. Maddesi gereği uluslararası yargı kararlarının iç hukuka üstünlüğü, vb. olmayacaktır. Belirleyici etmen, rejimin iç siyaset hesapları olacaktır. Daha açık bir deyişle rejim Demirtaş’ı bırakırsa, bunun nedeni Demirtaş’ın içerde kalmasının iç siyaset hesapları açısından ek bir getirisi olmayacağı kanısına varılması olacaktır. Demirtaş içerde tutuluyorsa, bilinmelidir ki bu “rehinelikte” iç siyaset açısından hala bir yarar görülmektedir.
Açmaya çalışacağız.
***
Bugünkü rejim ve Erdoğan gibi bir siyasetçi açısından HDP’nin, diğer iller ayrı, 14 ilden 42 milletvekili çıkarmış olması büyük bir sorun, hatta bir “kabus” olsa gerekir. Sahneye nelerin konulacağını, ne gibi düzenlemelere başvurulacağını şu an bilemeyiz; ama bu kabustan kurtulmak için bir şeyler yapılacağı kesindir.
Eğer yapılacak işlerden biri, HDP kapatılsın kapatılmasın, sahneye Kürt oylarını bölmeye yönelik yeni siyasal aktörler çıkarılması ise, özgürce siyaset yapan bir Demirtaş’ın böyle bir projeyi akamete uğratacak birinci kişi olacağı da kesindir. Sonuç herhalde açıktır: Bu tür bir proje rejimin gündemindeyse, Demirtaş içerde tutulacaktır.
Tahliye edilirse, aynı amaca yönelik başka “projelerin” ağırlık kazandığı sonucuna varmak gerekecektir.
Hepsi tartışılabilir; yeter ki olası bir Demirtaş tahliyesi AB’ye, hukuk üstünlüğüne, Anayasa’nın 90. Maddesinin işletilmesine bağlanmasın.
Herkes “İşte böyle, bunların gereği olarak”, vb. dese bile…