Napolyon’un çok ünlü bir sözü var “Cesaret hiç korkmamak değil, korktuğun halde bir şeyler yapabilmektir” diye. Günümüzün devrimci ve demokratlarına düşen tam da bu sözü yerine getirmektir. Çünkü dinci gericilik ve faşizm gemi azıya aldıkça onlara karşı direnmek için korkmayan bir yüreğe değil, korktuğu halde doğru olanı savunan bir vicdana ihtiyaç vardır. Şehirlerimizde uzun zamandır kol gezen gericilik son yıllarda önünün tamamen açılması sayesinde herkes için daha bilinir, görünür bir hale geldi. Eskiden yollarda tek tük gördüğümüz Orta Çağ'dan kalma kıyafetlerle arzı endam eyleyen gericiler şimdi üstlerindekini gururla sergileyen mankenler gibi dolaşıyorlar ortalıkta.
Cumhuriyet gazetesinin 8 Nisan 2021 tarihinde yaptığı bir habere göre İstanbul, İzmir, Kocaeli, Karaman ve Antalya illerinde tekel bayilerine “cami” imzalı ve isimsiz mektuplar gönderiliyor. Mektuplarda "İçki alan, satan, özendirenlere lanet edilmiştir", "İçkiden sakınınız, içki kötülüklerin anası ve anahtarıdır", "İçki ile iman aynı kalpte durmaz" gibi ifadeler yer alıyor.
Yaklaşık bir yıldır Konya merkezli mektuplar gönderildiğini söyleyen Türkiye Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, yapılan başvurular sonucu bir süreliğine bunu durdurmayı başardıklarını ancak son dönemde yeniden “cami” imzalı bildirilerin gönderiminin yoğunlaştığını ve artık tekel bayilerine cübbeli sarıklı şahısların gelerek “tebliğ” yaptıklarını belirtiyor.
Cumhuriyet gazetesi yaptığı haberde bunlardan birine ait video görüntülerini de paylaşmış. Görüntüde sarıklı ve cübbeli şahıs "Allah'ın ayetini ve hadis okuyup gideceğim, siyaset yapmıyorum" diyor. Bayinin işletmecisi ise şahsın konuşma yapmasına müsaade etmeyerek "Rica edeceğim benim dükkânımda yapmanı istemiyorum. Çocuklara tecavüz edilen Ensar Vakfı falan var. Oralara gidin oralarda okuyun o duaları çok daha hayır işlersiniz" diyor.
Gazete haberinde dikkat çeken bir nokta da şu: Bu “tebliğ” hizmetini yaparken insanları tehdit eder tarzda üstü kapalı ifadeler kurdukları ancak bu cümleleri “sırıtarak” kurdukları da belirtiliyor.
İstanbul, Ankara gibi metropollerden veya İç Anadolu bölgesi şehirlerinden Antalya’ya gelen şahısların ilk gözüne çarpan Antalya’nın oldukça rahat yaşanabilen (tabii ki bu şehirlere göre yoksa örneğin Paris’e göre değil) bir şehir olduğudur. Ya da sürekli burada yaşayan insanların ise bir süreliğine bahsedilen şehirlere gitmeleri durumunda yaşadıkları dumur insanlar arasında sürekli sohbet nedenidir. Elbette turizmin başkenti olarak nitelenen bir yerde, İç Anadolu ve İstanbul veya Ankara gibi şehirlerde yaşananların yaşanmasına devlet belli ölçüde müdahale ederek izin vermemektedir. Ancak bu durum tamamıyla para severlikle ilgilidir. Kaz gelen yerden kısmi özgürlük esirgenmemektedir.
Ancak yukarıdaki haberde ismi geçen şehirlerden birisinin de Antalya olması durumun hızla buralarda da değiştiğinin göstergesidir. Bilindiği gibi Antalya’nın yerleşik halkı arasında belirli tarikatların belirli ağırlıkları zaten vardır. Süleymancılar ve FETÖ'cüler Antalya’nın doğusundan batısına belirli bir kısım insanı etkisi altında zaten tutmaktadır. Ancak bu etki kendisini dışa vurma biçiminde değil içe kapalı bir cemaat yapısı şeklinde göstermekteydi. Ancak son yıllarda bu durum da hızla değişmeye başladı. Gülencilerin tasfiyesinin ardından bu bölgede de diğer tarikatlar açığı hızla kapatmaya başladılar. Ve yetkili devlet kanallarından gelen olumlu sinyaller ile günlerinin geldiğini düşünüp artık Antalya sokaklarında da arz-ı endam etmeye başladılar.
Napolyon’un sözüne tekrar dönersek; bizim cesaretimizin kaynağını oluşturan şey fantastik bir korkusuz kahramanlar topluluğu olmamız değil, doğru olduğumuzun bilinciyle, haklılığın verdiği yüz akıyla karşılarında durabilmemizdedir. Esnafın da söylediği gibi, saçma sapan şeylerle değil; küçücük çocukların maruz bırakıldığı tecavüzlerle, hırsızlıklarla, yalan ve talana dayalı yağma iktidarlarıyla uğraşmak yerine işi küçük bir esnaf olarak ayakta kalmaya çalışmak olan tekel bayilerine “tebliğ” ile uğraşanlar iyi niyetli Müslümanlar olamazlar. Bunları onların yüzlerine karşı söylemekten çekinmeyen insanlar olmak zorundayız. Sahte dindarlıklarını suratlarına fırlatmaya hazır olmalıyız. Sırıtarak söyledikleri tehditlerinden korkmadığımızı, namus timsali gibi görünmelerine aldanmadığımızı, yalan ve riyakârlıklarıyla inandıklarını iddia ettikleri dine de en büyük zararı yine kendilerinin verdiğini sürekli anlatmalıyız. Onlar bütün pervasızlıklarıyla yalanın tebliğini yaparken biz gerçeği en az onlar kadar çabayla anlatmazsak onların yaratacakları yalan diktatörlüğüne teslim oluruz.
Hem, dünyanın en etkili dezenfektanı alkoldür. Deve sidiği önerenlere inanmayınız. Hoca sakalı ve sarığından da dezenfektan üretilemez, denemeyiniz.