Eldeki verilerle, siyasi olasılıklara dair öngörüde bulunmak, söz konusu Türkiye olduğunda çoğu zaman absürt bir hal alıyor. Ülkeyi ve siyaseti hangi kodlarla okursanız okuyun, dönüp dolaşıp “olmaz” dediğiniz her şeyin olur hale gelmesi ve yaptığınız çözümlemelerin elinizde kalmasıyla karşı karşıya geliyorsunuz. Türkiye siyasetine dair kalem oynatan birçok insana “ama öyle dedin olmadı”, “böyle demiştin fos çıktı” yorumları bu nedenle anlamsız değil.
Rejim değişikliği ile ülkenin tüm kodlarının değiştiğini, geçmiş kodlarla yapılan yorumların artık “ezber” kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. İktidarın başarılarını başarısızlık, başarısızlıklarını başarı olarak göstermenin tuhaf döngüsüne girmeyenler, iktidarın çok uzun zamandır belirsizlik siyaseti ürettiğini ve herkesi o belirsizliğin içine çekerek, tarumar ettiğini söyleyecektir.
Tüm bu belirsizliğe ana muhalefet kadar, siyasi arenanın irili ufaklı her parçasının katkısı da büyük. Hepsi bir araya geldiğinde, yarın ne olacağına dair oluşan devasa belirsizliği netleştirmek elbette yine o belirsizliği örgütleyen iktidara kalıyor. Aradan o kadar hızlı sıyrılıyor ve bunu herkesin gözüne bakarak ve sırtına basarak yapıyor ki, iş işten geçmiş oluyor ve yeni durumun belirsizliği içinde yeniden tüm siyaset kendine bir zemin yaratmaya çalışıyor. Yeni hali tarif etme söylemleri havada uçuşmaya, köşe yazıları “durum tespiti” analizlerine girişmeye başlıyor. “Yapamazlar”, “sistem taşımaz”, “ekonomi çöküyor”, “yönetemiyorlar” demenin çeşit çeşit yolunu bulan söylemler, söylemlerimiz, iktidarın yeni hamleleri ile tekrardan dağılıveriyor.
Devletin yenisi, eskisi olmadığını biliyoruz. Pragmatizmi en iyi kuran, uygulayan ve rant dağıtımını en iyi pay eden siyaset kimin elindeyse, devlet onun aracı haline geliyor.
AKP iktidarı ile beraber değişen şey, devletin her kademesinin rant ve güç uyuşturucusu ile bağımlı hale getirilmesi oldu ve biz buna adım adım tanıklık ettik. Daha önce böyle değil miydi denilebilir ve elbette doğru bir sorudur bu. Evet, daha önce de böyleydi ama dağıtılan pasta hiç bu kadar büyük değildi. Daha da önemlisi, tüm bunlar olurken ortaya dökülen her rezaletin “skandal” olmaktan çıkartılıp, normalleştirilmesi oldu. Yargı, yasama ve yürütme arasındaki dengeler ve kuvvetler ayrılığı, cumhuriyetin olmazsa olmazı olarak şeklen dahi olsa kendini hissettiriyordu ve devlet ne zaman kendini tehlikede hissetse, rant paylaştırılamaz hale gelse, kuvvetler ayrılığı zor idevreye sokularak sona erdiriliyor ve sonra yeniden kuvvetler ayrılığı rolü oluşturuluyordu.
Şimdi o “zor” iktidarın elinde ve onu istediği gibi eğip, büküyor ve istediği gibi şekillendirip tüm toplumu onunla baskı altına alıyor. Sadece iktidar olmanın kazanımlarını değil, devlete sahip olmanın zorbalığını da siyasetinin aracı haline getiriyor.
Ne Anayasa Mahkemesini, ne de altına imza attığı uluslararası anlaşmaları takıyor ve bunu yapabilme cesaretini, devleti tek elde toplamayı başarmış olmasına borçlu. Devletin tüm kurumlarını kendine suç ortağı yapması, üretilen tüm pisliğe hepsinin bulaştırılması, aynı zamanda devasa bir suç örgütü şeması çıkarıyor karşımıza.
Kimi o şemadan çekmeye çalışırsanız çalışın, birbirine suç ortaklığı zinciri ile bağlı olduklarından, korkunç bir dirençle karışılaşırsınız. Erdoğan’ın eli, ortaklaştırdığı suçun büyüklüğü nedeniyle hep güçlü. En zayıf olduğu dönemde bile, muhalefetten daha güçlü gözükmesi de bundan.
Devleti ve siyaseti yönetme pragmatizmi, bulunduğu kabın şeklini alma kabiliyeti, onun zekâsı ile ilgili değil, cesaret edebilme cüreti ile ilgili daha çok. İstediğiniz kadar pragmatist olun, o pragmatizmi kullanabilecek cesaretten yoksunsanız eğer, sadece yalaka olursunuz. Erdoğan pragmatizminin bu kadar çok yalakasının olmasının bir sebebi de bu diyebiliriz.
Elbette “bu pisliği devrim temizler” diyeceksiniz ki haklısınız lakin henüz ufukta bir devrim gözükmüyor ama gözükmemesi, iktidara karşı kurulacak mücadele hatlarını örmeye, var olanları güçlendirmeye ve tarihsel misyonu ortaya koymaya engel değil aksine var olan tüm boşlukları dolduracak hamleler yaparak, solu kitleselleştirip, umut haline getirecek ve bunun için her anı değerlendirerek, müdahil olacak boşluklar, olanaklar var ve daha önemlisi toplumsal karşılığını bulacak bir ruh hali başıboş dolanıyor ortalıkta.
Hem sokakta, hem parlamentoda sözü güçlü kılacak, ilkeleri net ve sözü eksiltilen, düşürülen, kırılan ne kadar muhalif varsa, aynı çatı altında bir araya geldiği, kimsenin kimseyi bir kalıba sokmaya çalışmadığı, hak ve özgürlükler temelinde buluşmuş ve yok sayılan yüzbinlerin, milyonların sesi olabilme kabiliyetiyle, taktiksel hamleler yapabilen bir merkez inşa etmek doğru bir adım olabilir.
Hem CHP’ye, hem de HDP’ ye böylesi bir siyasi merkezin ve duruşun geniş bir nefes aldıracağını, hem sokakta, hem parlamentoda, hem de ittifaklar stratejisinde önemli bir moral değer ve güç kazandıracağını görmemiz kıymetli bir başlangıç olabilir.
TİP, hem seçime girme yeterliliğini sağlaması, hem de parlamentoda etkili bir ses olması yanıyla böylesi bir merkezi oluşturmada, siyasetinin çeperini ilkeler temelinde açarak ortak bir payda yaratabilir mi bilmiyorum ama ne olursa olsun, ihtiyacın aciliyeti önümüzde duruyor ve bu tek taraflı bir sorumluluk olmamalı. Yük sırtlanacaksa, herkes taşıyabildiği oranda elini taşın altına koymalı.
Ve elbette cesareti…