Öldürenlere inat hortladık! Ama er ya da geç tarih bir gün ölümüzü de muştulayacak
Çıkar yol mu? İşçi direnişlerine bakın yol orada. İşçilerle yani sınıfınla el ele!
İşin ironisi bir yana aslında hiç ölmemiştik. Ölmemiz için gereken mutlaklık, bizi var eden koşulların ortadan kalkması yani kapitalizmin ölmesi.
İşçi sınıfının öldüğünü söylemek, kapitalizmin yenilmezliğinin ilanıydı. Peki bu mümkün müydü? Böylesi bir yenilmezlik dogmatizm değil de nedir? İşçi sınıfının ölümünü ilan edenler bunu bilmiyor olabilirler miydi? Bu başka bir tartışma konusu olmakla birlikte bir cümle ile; bilmiyorlarsa en iyi niyetle ideoloji üretme ehliyetleri olmayacak kadar saftılar. Proletaryasız Marksizm’i ve işçi sınıfının tarihsel devrimci rolünü yitirdiğini savunan ve Marx’ın sosyalizm anlayışını, “insanların hepsinin eşit olması” anlayışına dayandığı için eleştiren ve birçoğu Marksizm’i aşma hayali ile yola çıkan akımlar, işçi sınıfının ölümünü ilan etti. Madem sınıf özne olmaktan çıkmıştı öyleyse yeni özneler bulunmalıydı. Farklılıklar önemliydi. Ne denli çok farklılık olur ve o farklılıklar kendi mücadelesine odaklanırsa o denli iyiydi. Gerçekten öyle miydi? Elbette değildi. Bunu şimdi tarih bir kez daha tüm dünyadan işçi sınıfının gürleyen sesi ile ispatlıyor. 2022’nin sadece bir buçuk ayını geride bıraktık. Sadece bizim ülkemizde sağlık emekçilerinin grevinden BBC çalışanlarına, kontak kapatan Hepsijet, Sürat Kargo işçilerinden Farplas işçilerinin fabrika işgallerine, Trendyol Express işçilerinin direnişinden Migros işçilerinin mücadelesine her sektörden, her alandan emekçi sınıfı sesini yükseltiyor. Sınıfın ölümünü ilan edip “artık başka çağdayız, yüz yıl öncesinin koşulları ile düşünüp sınıfı özne yapamazsınız” diyenlere inat, sınıfın sesi yükseliyor.
"İSTER YÜKSEK İSTER DÜŞÜK ÜCRET ALSIN, EMEKÇİNİN DURUMU GİTTİKÇE KÖTÜLEŞECEK"
Marx, kapitalin ikinci cildinde “ister yüksek ister düşük ücret alsın, emekçinin durumunun giderek kötüleşeceğini” söyler. Haklıydı. Bu, genel kapitalist birikim yasasının kaçınılmaz bir sonucu. Tıpkı işçi sınıfının ölmesi ve özne olmaktan çıkması için kapitalizmin ölmesi kadar mutlak bir yasa. Marx da bu yasayı mutlak olarak niteler ve sonrasında da ekler “bütün diğer yasalar gibi bunun da işleyişi birçok koşul nedeniyle değişikliğe uğrar.” Bu koşullardan biri de ona göre işçi sınıfının direnişidir, çünkü der: “Sermaye birikimiyle, sınıf mücadelesi ve dolaylı olarak işçilerin sınıf bilinci gelişir.” İşte şimdi farklı farklı iş kollarından kadını, erkeği, Kürdü, Türkü, dili, dini fark etmeksizin, artan sermaye birikimiyle git gide sadece hayatta kalabilme mücadelesi verenler, birlikte mücadele etmenin zorunluluğunu bir kez daha pratikte deneyimliyor. 1830’lı yıllarda başlayan ilk kitlesel işçi direnişçileri gibi. İçerikleri ve talepleri farklı gibi gözükebilir ama en nihayetinde hepsi de bir grup azınlığın elinde biriken servete karşı proletarya hareketidir. Paris işçilerinin devrimci eylemleri de Almanya’da Silezyalı dokumacıların başkaldırısı da İngiltere’deki Çartist hareketi de bugün kontak kapatan moto kuryelerin mücadelesi de sermayenin aşırı taleplerine karşı, işçilerin örgütlü direnişidir ve her biri de ilericidir. Buraya not düşmek gerekir ki toplumsal ilerlemenin taşıyıcı unsuru, öldüğü ilan edilen işçi sınıfıdır.
İşçi sınıfın öncülüğünü öteleyen ya da tamamen yok sayan, üretim tarzı ve ilişkilerinin belirleyiciliğini yok sayan, sosyalizme işçi hareketi ile ulaşılabileceğini inkâr eden “sol” içi eleştiriler aslında pandemi başlangıcından bu yana hortlak görmüş gibiler. Özellikle 1970’li yıllardan sonra kapitalizm içinde bulunduğu krizden çıkmak için işçi sınıfının ölümünü “yeni sol” akımlara ilan ettirmişti. Oysa pandemi ile birlikte başlayan “evde kal” çağrıları bir kez daha gösterdi ki evde kalamayan, evde kalsa da ağır koşullar da çalışmaya devam etmek zorunda bırakılan bir sınıf var. İyi ama işçi sınıfı ölmemiş miydi? Birileri “Sakin ol champ… Evdeyim” mesajları atarken kimileri için hortlayan sınıf sakin olamıyordu. Çünkü onlar genci, yaşlısı, kadını, erkeği, Sünni’si Şii’si akşam ana haberde pandemi tablosunda istatistik olmamak için mücadele ediyordu. “Ekonomik belirlenimcilik yapmayın” diyenler bu defa da virüsü ideolojikleştirmeyin diyordu. Oysa hastalık ya da virüs karşısında da belirleyici ekonomiydi. Virüs değil ama virüsten kimin ölüp kimin yaşayacağı idelojiktir. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Yoksulluk sınırının 13 Bin TL’yi geçtiği yerde belirleyici başka ne ola ki!
ÇIKMAZ BU YOL BİR YERE... ÇIKAR YOL MU? İŞÇİLERLE YANİ SINIFINLA EL ELE!
Fabrikalardan, hastanelerden, özel okullardan, medyadan, plazalardan kısacası kapitalist üretimin ve sömürünün içinde bulunan her alandan emekçinin mücadelesi ile ancak kapitalist sömürü ortadan kaldırılabilir. Sömürüyü ortadan kaldırabilecek toplumsal yeteneğe sahip olanları bölmeye, çoklaştırmaya ihtiyaç var mı, kapitalizm bu denli vahşileşmişken?
Marx’ın vurguladığı gibi “İşçiler- eğer bir sınıf olarak devlete ve onun aracılığıyla sermayeye baskı yapmazlarsa- bedensel varlıkları için ihtiyaç duydukları serbest zamanı bile sermayenin demir pençelerinden kendi başlarına koparıp alamazlar.” Sermayenin aşırı taleplerine karşı koymak ancak örgütlü bir sınıf hareketi ile mümkün. Kendi sınıfının varlığını korumak değil aksine yıkmak için mücadele eden işçi sınıfının ölümü, işçi sınıfının eli ile olacaktır. Bu elbette uzun soluklu bir mücadeledir. Ama tarih mutlaka bir gün bu haberi muştulayacaktır.
İşçi sınıfını yerinden atmaya çalışanlara, sosyalizmin araçlarını yeniden tanımlamaya çalışanlara “Çıkmaz bu yol bir yere” diyelim ve sınıfına yabancılaşan hatta yabancılaşmaya yabancılaşanlara “çıkmaz bu yol, çıkmaz bu yol bir yere” diyelim. Çıkar yol mu? İşçi direnişlerine bakın yol orada. İşçilerle yani sınıfınla el ele!