Olanaklar ve sınırlar…

Genel oy önemli bir tarihsel ilerlemeydi. Bu hakkın kazanılmasıyla birlikte parlamento, tarih sahnesinde sınıf temsil ilişkilerinin belli ölçüde yansıdığı bir düzlem olarak yer aldı. 

Aradan geçen zaman içinde, sermaye iktidarları, genel oyu ve parlamentoyu kendi hizmetlerine koşmayı başardılar. Bu başarıda, Avrupa’daki işçi sınıfı hareketinin, komünistlerin aracı amaçlaştıran yanılgılarının da çok önemli payı olduğu açıktır. 

Parlamenter budalalık, kendisini sürekli olarak yeniden üreten bir “yaşlılık” hastalığı olarak bugün de etkilidir.  

***

Komünistler, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından bu yana yüzlerce kez, seçimlerle karşı karşıya kaldılar. Tutumlarını, tarihsel-siyasal gündeme, somut duruma, işçi ve komünist hareketin gücüne ve koşullarına göre belirlediler. Burada bu zenginliği özetlemek olanaksız. En önemli ve ilkesel olanları öne çıkarmayı deneyebiliriz.  

Bir: Tarihsel olarak belirleyici siyasal önemdeki gelişmeler parlamento duvarlarının içinde gerçekleşmez. Belirleyici olan, toplumsal yaşamın tüm alanlarında sürmekte olan sınıf mücadelesidir.   İşçi sınıfının kurtuluşu ise, esas olarak kendi bağımsız siyasetinin, eyleminin eseri olacaktır. 

İki: Seçimler ve parlamento, bu çerçevede bir mücadele alanı, propaganda ve örgütlenme aracı olarak değerlendirilebilir. Parlamento, komünistlere düzeni ve bizzat parlamentonun kendisini protesto-sergileme olanağı veriyorsa, bu araçtan yararlanmak parlamentoculuğu benimsemek anlamına gelmez. Meclis kürsüsü, aleniyetin, kitlelerin kulağını yakalamanın iyi bir aracı olduğu sürece bu olanak reddedilmez. 

Üç: Önemli bir siyasal sorunun seçim ya da referandum konusu olduğu koşullarda çekimserlik, apolitizmdir.  Siyaseti, nihai mücadelenin sonrasına ertelemek, halkı, burjuva parlamenterist muhalefetin kucağına itmekten başka bir anlama gelmez. Burada ölçüt, seçim ve parlamentonun tarihsel açıdan (ya da komünistlerin gözünde) ne olduğu değil, milyonlarca emekçinin bilincinde nasıl algılandığıdır.  Bunun dikkate alınmadığı her durumda, sol keskinlik, pasifizmin incir yaprağı olmaktan başka işe yaramaz.

Dört: Boykot, ancak, emekçi halk hareketinin seçim ve parlamentodan yüz çevirdiği, bunu bağımsız tarihsel eylemiyle ortaya koyduğu koşullarda söz konusu olabilir. Örneğin, Lenin’de boykot, kitle hareketinin yükseldiği, ayaklanmanın sandığın alternatifi olarak gündemde olduğu koşullarda başvurulacak bir taktiktir. 

***

Bu notlardan sonra somutumuza dönebiliriz. 

24 Haziran sıradan bir seçim değildir. 16 Nisan referandumunun ikinci raundudur. Bu seçimin sonuçlarına göre 2017 anayasası ya tam işlerlik kazanacak ya da geçersizleşecektir.  Seçim düzleminde kümelenme, 16 Nisan’ın “evet” ve “hayır” cepheleri eksenindedir. 

Rejim tarafı inişte, “Hayır” tarafı yükseliştedir. 

Erdoğan ve AKP’nin 24 Haziran’da kaybetmesi, AKP döneminin iç savaşsız sonlandırılması yolunda  değerli bir olanak olacaktır. Öte yandan, geçiş, hiçbir durumda sorunsuz, çelişkisiz, çatışmasız olmayacak, düz bir çizgide ilerlemeyecektir. 24 Haziran’dan sonra Türkiye’de “rejim” sorunu önemli bir siyasal mücadele alanı olmaya devam edecek, “yeni anayasa” bugüne dek olandan farklı bir siyasal içerikte yeniden toplum gündemine yerleşecek, rejim-düzen ilişkisi öne çıkacaktır. 

Daha önemlisi, 24 Haziran’da Erdoğan ve AKP’den kurtulmayı olanaklı ve olası hale getiren toplumsal umut, beklenti ve enerji ile “yeni” sermaye koalisyonunun bunları karşılama kapasitesi arasındaki mesafe kısa zamanda açığa çıkacaktır. 

Erdoğan durumun farkındadır. Bir yandan, “Kandil operasyonu” ya da başka bir yolla seçimi etkileyecek yollar ararken, bir yandan da belki de ilk kez kişisel geleceği ile ilgili pazarlık ve uzlaşma kapılarını açık tutmak istediğinin sinyallerini veriyor. 

“Millet İttifakı” yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılamak üzere “iç” ilişkilerini, siyaset tarzını ve kadrolarını yenileme arayışındadır.

***

24 Haziran seçimleri, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın,  ilerici birikim ve sol hareket açısından da yeni olanaklar yaratıyor. Bunları hakkıyla değerlendirmek için sosyalist parti ve örgütlerin de program, siyaset tarzı ve kadrolar düzeyinde yenilenmeye hazır olmaları gerekiyor. Sol-sosyalist hareketin, bağımsız düzen karşıtı varlığını, sesini duyurmak üzere bir cumhurbaşkanı adayı çıkaramaması bu seçimlerin ve solun en önemli eksikliğidir. Bağımsız sosyalist aday ya da adaylar, ilk turda adaylar birbirini kesmeyeceği için “hayır” toplamını bölmezdi. 

Seçim mühendisliği, anket yorumculuğu işimiz değil. Siyasal “hava”, Erdoğan’ı başkanlıktan,  AKP’yi parlamento çoğunluğundan düşürmenin olanaklı ve olası olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın ilk turda seçilememesi olasılığı her gün biraz daha güçleniyor. İkinci turda ne olacağını ise, çok önemli ölçüde birinci turdaki oy oranları, yeni meclis kompozisyonu, bu ikisinin yaratacağı siyasal ve psikolojik etkileşim belirleyecektir.  Gerekli ve önemli olan, “tahmin”de bulunmak değil, toplumsal gelecek açısından en yararlı sonuç için çalışmaktır.  

Fısıltı gazetesiyle yayılan “Akşener’in aradan sıyrılmasının önüne geçmek için birinci turda Demirtaş’a değil İnce’ye vermek gerekir” söyleminin tersine, ikinci turda Erdoğan’ın karşısındaki adayın İnce olacağı neredeyse kesin. Demirtaş’a oy vermek ise, bunların ötesinde, “seni başkan yaptırmayacağız” irade beyanı ile Kürt ve Türk emekçilerinin toprak kardeşliğinin temsilcisi, sözcüsü olmuş, bu nedenle cezaevine konulmuş bir siyasetçi ile, onun kişiliğinde haksız hukuksuz içeride tutulan, yüzlerce seçilmiş siyasetçi, yazar vb.ile dayanışmanın gereğidir. 

HDP’ye ise yalnız barajı geçsin diye değil, meclise sosyalistleri  göndermek için de oy vermek gerekiyor.