O 'ne yapar' değil, 'biz' ne yapacağız?

24 Hazirana doğru yol alırken kimi saptama, tez ve öneriler sunuyorum. 

Bir: 24 Haziran, egemen toplumsal-sınıfsal ilişkilerin, “düzen”in oylanacağı bir seçim değildir. Ülkede devrimci durum yoktur. Emekçilerin, ezilenlerin yaşamsal istemlerini seçim düzleminde toplumun önüne koyacak, tek ya da birleşik devrimci, sol, sosyalist, komünist toplumsal-siyasal öznellik yoktur. 

İki: 12 Eylül’den bu yana geçen 38 yıl içinde egemenler, yığınları siyasetin dışına itmekte, edilgenleştirmekte epeyce yol aldılar.  Son 16 yılda, AKP ve CHP el ele aktif yığın siyasetinin olanak ve kanallarını kuruttular. Düzen içi-sandık dışı iktidar dinamiklerinin de etkisizleştiği bir dönemde, ne yazık ki, milyonlarca insanın gözünde sandık, iktidarın belirlendiği tek yer, oy da biricik siyasal eylem aracı haline geldi. Düzen karşıtı toplumsal muhalefet, kendiliğinden çıkışların sunduğu fırsatlara rağmen bu durumu değiştirecek bir inisiyatif geliştiremedi. Bu koşullarda, insanlara ellerindeki tek siyaset aracını da kullanmamaya davet etmenin herhangi bir toplumsal siyasal karşılığı olmayacağının görülmesi gerekiyor. 

Üç: Birçok iç ve dış etmen 24 Haziran’ın,  Erdoğan seçilse, AKP parlamentoda çoğunluğu alsa bile tek adam rejiminin çözülüşünün başlangıcı olabileceğini gösteriyor. “Büyü” bozulmuştur. Dış siyasetteki açmazlar, ekonomideki ciddi ve dramatik kötüleşme, AKP kadrolarındaki yorgunluk, tabandaki heyecan ve enerji düşüşü, vizyon ve misyon kaybı, mağduru oynamanın, vaadlerle inandırmanın olanaksız hale gelmesi, toplumsal muhalefetteki “başarabiliriz” yorulmazlığı vb…

Dört: 24 Haziran’da, Erdoğan’ın birinci turda seçilememesi, AKP’nin parlamento çoğunluğunu yitirmesi, ikinci turda da başkanlıktan düşmesi, ilk ikisi daha güçlü olmak üzere gerçekleşebilir olasılıklardır. 

Beş: “Nasılsa düzen değişmeyecek” gerçeğinden, millet ittifakı partilerinin siyasal kimlik ve programlarından çıkarak “öyleyse fark etmez!” demek apolitik bir tutumdur. Son çözümlemede, Erdoğan diktatörlüğü karşısında tarafsız kalmaktır.  

Altı: Erdoğan’ın sandıkta kaybetmesi, Türkiye toplumunun bir karabasandan uyanması,  emek ve sosyalizm güçleri, laik devlet-seküler toplum hedefleri bakımından bugünküyle karşılaştırılamaz olanak ve fırsatların doğması anlamına gelecektir. Öyleyse, fark eder! ”Millet ittifakı”nın eski hale iade ve hukuk planında hesap sorma başlıklarında bile tutuk ve tutucu olacağı, ekonomik krizin ise sınıfsal bölüşüm, emek-sermaye sorunlarını güncelleyip ön plana çıkaracağı koşullarda düzen siyasetindeki dağınıklık ve krizin emekçi sınıfları siyasallaştırıcı, devrimcileştirici etkileri olacağı açıktır. 

Yedi: HDP ile sosyalist sol arasındaki, hatta, CHP adayı İnce ile HDP arasındaki ilişkiler Kürt ve Türk halklarının toprak kardeşliğini güçlendirme, “seni başkan yaptırmayacağız!” belgisini ortaklaştırma bakımından 7 Haziran 2015’den daha ileri bir yakınlaşma düzeyine işaret etmektedir. Bu, yalnız seçim sonuçları nedeniyle değil, Türkiye’deki devrim ve sosyalizm mücadelesinin uzun erimli amaçları açısından da son derece değerli, umut verici bir gelişmedir. 

Sekiz: Bu genel ve kaba olasılık analizlerinin ötesine geçip, ayrıntılı, çok değişkenli oy dağılımı hesaplarına dalıp hayaller kurmak ya da karamsarlığa düşmek, hem siyasal enerji tutumluluğu, hem de kişisel ruh sağlığı bakımlarından uzak durulması gereken hallerdir. Sağlıklı olan, “doğru” tutumu belirleyip çalışmaktır.

Dokuz: Evet, diktatörlerin seçimle gitmesi kural değildir. Erdoğan, seçimi hile ile “kazandığını” ilan etmekten, seçim sonuçlarını tanımayıp iptal ettirmeye kadar her yolu deneyecektir. Niyet ile gerçekten yapma arasında ise yalnızca diktatörün iradesinin belirleyemeyeceği bir mesafe var. Buradan bakıldığında, “ne yapsak gitmez”, “hile yapar”, “iç savaş çıkartır” söylemlerini karamsar, yenilgici bir ruh haliyle gereğinden çok dillendirmek yapma iradesini felç edeceği için zararlıdır. Bunun yerine, hedefe kilitlenmek, “kaybettiği seçimlerden sonra iktidarda kalamaz”, “izin vermeyiz”, “güzellikle gitmezse bedelini öder” demek, bir yandan da 16 Nisan’dan farklı olarak hile ve fiili durum yaratmalara yanıt vermeye gerçekten hazır olmak gerekir. Hazırlık, zihinsel netlik ve kararlılıkla başlar. 

On: Seçim ve oy güvenliği yaşamsal önemdedir. Herkesin, hepimizin, bu konuda elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor.

On bir:  24 Haziran’da  Selahattin Demirtaş’a ve  HDP’ye oy vereceğim. 

On iki: Cumhurbaşkanlığı düğümü ikinci turda çözülecek gibi görünüyor. Yukarıdaki tercihin daha somut gerekçelerini ve ikinci tur tutumumu bundan sonraki yazılarda açmaya çalışacağım.