Bu yazı açısından pek gerekli olmayan ayrıntılara girmemek için “sol” kavramını geniş kullanalım: İlericilik, aydınlanmacılık, laiklik, halkçılık, emekten yanalık, solculuk, sosyalistlik ve komünistlik, hepsi içinde olsun…
Bu tanımıyla solun bugün Türkiye’de “tıkanma” denebilecek bir sorun yaşadığını, yeterince etkili olamadığını sanırız herkes kabul edecektir.
Geleceğe de uzanacak bir “yazgı” mıdır, yoksa geçici bir durumla mı karşı karşıyayız?
Yanıtımız, kesinlikle ikincisidir. Yani “solculuk bu ülkede tutmaz arkadaş” türü görüşlere hiç itibar etmemek gerekir.
Türkiye’de solun başarısızlığa, etkisizliğe mahkûm olmayıp ciddi bir sıçrama yaşayabileceği tespitinin, en başta güncel olana ilişkin, bugünkü güncelliğin çözümlenmesinden kaynaklanan önemli dayanakları var elbette. Ancak, bundan önce bir “envanter değerlendirmesi” yapmayı öneriyoruz.
Değerlendirmeye götürecek soru şudur: Bu ülkede sol, düşünsel birikim ve pratik/deneyim açısından “güçlü” denebilecek bir mirasa, yabana atılamayacak bir tarihsel birikime sahip midir?
Yanıtımız, olumludur.
Bu olumluluk çıkarımını, iki düzlemden kalkarak yapabiliyoruz.
Birincisi, bu ülkede Cumhuriyet’in de öncesine uzanan ilerici, aydınlanmacı ve modernleşmeci bir damar vardır. Güçsüz ve etkisiz kaldığı, ülkeye damgasını vuramadığı hiçbir şekilde söylenemez. Tersine, köklü değişikliklere imza atmıştır, çaldığı maya tutmuştur. Bugün ülke nüfusunun yüzde 35-40’ının gerisine düşmeyi asla kabullenemeyeceği kazanımların ve yaşam tarzının yaratıcısı olmuştur.
Kuşkusuz, tarihsel, burjuva anlamda bir ilerlemeden söz ediyoruz. Kuşkusuz, kimi ülkeler söz konusu olduğunda bu tür bir ilerlemenin kendi solunu boğucu, hapsedici, önünü kesici, geriye çekici etkileri olmuştur. Ne ki günümüz dünyasında, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede ve hele hele AKP rejiminin sürüp gittiği bir ülkede sol, gerçekleşmiş ilerleme ve kazanımları ayak bağı olarak görüp bunlarla hesaplaşmak yerine hepsinin üzerine basıp ileriye bakma, hepsini farklı bir bağlama yerleştirerek bambaşka bir Türkiye’ye taşıma fırsatlarına sahiptir.
Kısacası, birinci düzlemde şunu söylemiş oluyoruz: Türkiye’de var olduğunu söylediğimiz ilericilik damarının eften püften değil de güçlü olması, solun işine yarayacak bir olgudur.
İkinci düzlem ise, “komşu bağlantı” sayabileceğimiz tarihsel burjuva ilericiliği bir yana, doğrudan solun kendisiyle, onun düşünsel ve pratik birikimiyle ilgilidir.
Bu düzlemdeki yanıtımız da olumludur…
Düşünsel birikim mi: Kemalist rejimin hangi yolu izleyeceği konusunda 1920’ler ve 30’larda yapılan değerlendirmeler… Nazi etkisine karşı sergilenen entelektüel direnç… İkinci Savaş sonrasının dünya ve emperyalizm analizleri… 1960’lı yılların biraz dağınık da olsa zaman zaman belirli bir derinliğe ulaşabilen kıyasıya tartışmaları… 1980 sonrasının Gramsci, “sivil toplum”, neo-liberalizm vb. çözümlemeleri… Sosyalist sistemin çöküşünü izleyen büyük liberal dalga karşısında dik duruş…
Orasında burasında gedikler bulunabilir; ama yabana atılması hiç mümkün değildir.
Örgütlenme, pratik ve deneyim mi: 60’ların TİP’i… 70’li yıllarda bir yanda “geleneksel sol” diğer yanda “devrimci demokrasi” tarafından her alanda yaşanılan zengin deneyimler… Ülkenin her yanında iz bırakan ve sosyalistlerin önemli etkilerde bulunabildikleri işçi direnişleri… Daha yakınlardaki Gezi Direnişi…
Az mıdır?
Uzatmaya gerek yok: Hangi ölçüte göre bakılırsa bakılsın, bu ülkede solun sicili “çok parlak” denemese bile olumludur; solun bir mirası, tarihsel birikimi, içselleştirdiği “asetleri” vardır ve bunlar yeni bir silkiniş/hamle için yeterli sayılmalıdır.
Eğer durum buysa, yeni bir Gezi’yi, silkinen bir sınıfı ve onun hareketini beklemek gerekmez.
İçerdiği renkler, tonlar ve nüanslarla genel anlamda solun yapması gereken bellidir. Bir: Bugünkü rejimi hedefe koyan bir cephede buluşup bu rejimin sonrasını da gözeten bir strateji oluşturmak... İki: Kürt hareketine duyarlı olmanın yanında bu hareketi de kendisine daha fazla duyarlı olmaya zorlayan bir görüş, örgütlülük ve etki düzeyine ulaşmak...
Çok mu güç?