Sol dendiğinde öyle konular vardır ki kendini solcu olarak tanımlayanların bu konulara derinden vakıf olması, gerektiğinde herkesle çatır çatır tartışabilmesi beklenemez; üstelik gerekmez de…
Örneğin Avrupa’da “feodalizmden kapitalizme geçişin dinamikleri” böyle bir konudur. Özel ilgisi, merakı ve akademik kimliği olanlar tartışabilirler; ama genel olarak bir solcunun bu geçişin yüzyıllar önce gerçekleşmiş olduğunu bilmesi yeterlidir. Keza kapitalizmin günümüzdeki krizlerinde örneğin “azalan kâr oranlarının” yeri ve ağırlığı, herkesin hakkını vererek katılabileceği bir tartışma başlığı olamaz.
Buna karşılık solculukta, en yetkin akademisyenler ya da entelektüellerle “sıra neferlerinin” tartışması ve mümkünse görüş birliğine varması gereken konular da vardır. Örneğin, dünyanın bugünkü genel gidişi ve değişim/dönüşüm imkânları böyle bir konudur. Gerçi mürekkep yalamış olanlar bu konuda daha fazla kavrama başvurup daha uzun konuşabilirler; ama her halükarda varacakları bir sonuç olmalıdır ve bu sonucun başkalarının akıl sır erdiremeyeceği bir “derinlik” taşıması mümkün değildir.
***
Dünyadaki genel gidişat ve buna ilişkin düzen içi algılar, yorumlar ve çıkarsamalar bir şekilde solu da etkiler. Bu açıdan bakıldığında son 30 yıl içinde birbirini izleyen iki temel oluşum ve eğilimden söz etmek mümkündür. Birinci genel eğilimin formülünde küresel kapitalizm + (politik) liberalizm + sivil toplum + demokrasi değerleri yer alır. İkinci genel eğilimde ise ilk baştaki yerinde kalır, diğerleri değişir: küresel kapitalizm + milliyetçilik + devlet + monokrasi.
Genel eğilimlerin solu da etkilediğinden söz etmiştik.
Gerçekten de 1980’lerin sonundan başlayarak 2000’lerin başına kadar uzanan dönemin genel eğilimi bu saatten sonra örneklerini vermemiz gerekmeyen “sol liberalizmi” palazlandırmıştı. Bugün gündemdeki yerini ve ağırlığını önemli ölçüde yitirmiştir. Boşalan yeri, yukarıdaki ikinci formülden mülhem “sol ulusalcılık” doldurmaya çalışmaktadır.
Burada özellikle dikkat edilmesi gereken nokta şudur: İki eğilimin soldaki yansımaları, bunca zıt retoriğe, karşılıklı bunca ağır söze rağmen ortak bir noktaya sahiptir. Her ikisi de formüldeki birinci değeri, yani küresel kapitalizmi hiç sorgulamamaktadır; o bir veridir ve ne yapılacaksa bu veri üzerinden yapılacaktır…
Sonra, her iki eğilimde de bir gemi metaforu ortaklığı” vardır. Düzen içi olanıyla da sol versiyonlarıyla da liberal eğilim “hepimiz aynı gemideyiz” demişti. Bugünse “ulusalcılığın” sağ ve sol tüm tonları “gemisini kurtaran kaptan” demektedir.
***
“Buraya kadar tamam” desek de ortada ciddi bir soru vardır: Demek asıl mesele küresel kapitalizmi sorgulayıp onu reddetmek, alternatif göstermek, daha önemlisi bunun için örgütlenip mücadele etmek; iyi de bunu hangi ölçekte yapacağız?
İşte, en derin entelektüelden “sıra neferine” kadar soldaki kimsenin kaçamayacağı, aslında hayli basit “bakışımsızlık” gerçeği tam da buradadır. Küresel kapitalizme reddiye, eğer bu reddiyeden eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve yaşanan felaketlerin ortaya konulmasını ve eleştirisini anlıyorsak, uluslararası ölçekte yapılabilir… Gelgelelim, bu reddiyenin sosyalizm alternatifiyle iktidarı öngören örgütlü mücadeleye yansıtılması gibi bir gündem de varsa, bu gündemin karşılığı (bugün hala) ancak ulusal ölçekte verilebilir.
Dünkü eğilimde solcuları “bakın tüm dünya orada, size de yer var” diye bir gemiye çağırıyorlardı.
Bugünse “o gemi” artık yok, onun yerine tek tek gemiler ve bu gemileri kurtarmaya bakan kaptanlar var. Bugün deniyor ki, “önce şu gemiyi bir kurtaralım, sağlam bir limana demirleyelim, gerisini (sosyalizm falan) o zaman düşünürüz…”
O gemide biz olmayacağız, siz de olmayın…