Yazının başlığına bakıp “Bu konu da nereden çıktı?” diyebilirsiniz…
Türkiye sosyalist hareketinin kendi iç tartışmalarında “popülizm”, örneğin “liberalizm”, “milliyetçilik”, “revizyonizm” gibi herkesin uluorta başvurduğu kavramlardan biri olmamıştır (daha eskilere gidersek sık kullanılan kavramlara “oportünizm” ve “goşizm” de eklenebilir).
Ne var ki özellikle son dönemde Türkiye’de sosyalizmin dar çevreleri aşarak geniş halk kesimlerine ulaşması adına gösterilen çabalara “popülizm” eleştirisinin yöneltilebildiği görülmektedir.
Aslında konu o kadar da yeni değildir.
Örneğin, aşağıdaki iki soru bundan 12 yıl önce gündeme getirilmişti:
“Bu ülkede sosyalizmin etki alanını genişletme çabası içinde olanlar, ideolojik, siyasal ve kültürel alanlarda halkın daha geniş kesimlerini kucaklamaya yönelik girişimlerinde ‘popülizm’ umacısının koyduğu frenlere mahkum mu olacaklardır?”
“2009 yılının Türkiye’sinde sosyalist mücadelenin halkçı bir karakter de kazanması, halkçı söylemlere yer vermesi ve halktan yana taleplerde bulunması, onu yüz küsur yıl öncesine taşıyıp Narodniklerin safına mı katar?” (“Popülizm” veya “Halkçılık”: Bir Kavramın Tarihsel ve Güncel Uzantıları, Gelenek sayı 102, Haziran 2009, s. 22).
***
Meselenin özü o kadar karmaşık değildir:
Marx’ın henüz çok erken bir dönemde söylediği gibi, teorinin maddi bir güç haline gelmesi için “yığınları kavraması” gerekir (Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı). Dikkat edilirse burada söz konusu olan yığınların teoriyi değil teorinin yığınları kavramasıdır. Bu durumda ya Marksist teoriyi olduğu gibi anlatıp bu teorinin “yığınları kavramasını” bekleyeceğiz ya da özü aynı kalmak üzere zaman ve mekan boyutlarında güncelleyerek, zenginleştirerek ve somutlaştırarak böyle bir teorinin yığınları kavramasına çalışacağız.
Eğer geçerli olan bu yollardan ikincisi ise o zaman teoriye ve bilime “ideolojiyi” de katacağız. Sonra, belirli bir ülkenin tarihsel gelişimini ve güncel durumunu, kültürünü, sınıfsal ilişkilerini, özel hassasiyetlerini, yaşadığı en keskin çelişkileri de hesaba katıp buradan yeni bir bütünlüğe ulaşacağız...
“Popülizm”, işte bu bütünlükte kapitalizmin ülkedeki durumuna, modern sınıflara ve sınıfsal çelişkilere, sömürü olgusuna (başta artı değer sömürüsü), devletin sınıfsal niteliğine vb. hiç yer verilmiyorsa bir eleştiri olarak gündeme getirilebilir. Bunları merkezine aldıktan sonra halkın geniş kesimlerini kavramaya yönelik bir “genişlemeye”, “açılmaya” ya da “çeşitlenmeye” popülizm denemez.
Örnek verirsek: 1960’ların TİP’i söylemlerinde “ırgatlara”, “marabalara” hitap ederken (o yıllarda Türkiye nüfusunun %65’inin kırsal kesimde yaşadığını hatırlayalım) ve “35 milyon metrekare vatan toprağının Amerikan işgali altında olduğunu” söylerken ne popülizm ne de milliyetçilik yapıyordu. Keza 1970’lerin Fatsa deneyiminde Fikri Sönmez özel olarak “Fatsa proletaryasıyla” değil oranın “halkıyla” birlikte çalıştığında yaptığı iş “popülizm” değil halkçılıktı, halkçı bir sosyalizm anlayışını temsil etmekteydi…
***
Ülke “tarihselliğine” ve “güncelliğine” gelirsek…
Tarihsellik: Bu ülkenin tarihinde “halkçı” bir damar 1900’lerin başından bu yana hep olmuştur; önce tek parti dönemi, daha sonraki DP-AP iktidarları ve son 20 yıldır da AKP bu damarı istismar edip düzen açısında “zararsız” mecralara saptırmış olsa bile böyledir ve bugün “halkçılığın” düzenin elinden alınıp ait olduğu yere, sosyalizme içerilmesi gerekmektedir.
Güncellik: Bugün Türkiye toplumunda sömürü başta olmak üzere, baskı-tahakküm, dışlama, mağdur etme gibi olumsuzluklar, bildiğimiz proletaryanın ötesinde daha geniş kesimleri etkileyen özellikler kazanmıştır. Durum, bir “alternatif” elbette değil, ama zenginleştirici bir öğe olarak halkçılığı davet etmektedir.
O halde tartışma konusu, bu genişliğin ve çeşitliliğin merkezine kapitalizm olgusunun, bu olgunun barındırdığı çelişkilerin ve sosyalizm hedefinin yerleştirilip yerleştirilmediği noktasında düğümlenmektedir.
Bu yapılmışsa, “popülizmden” söz edilmesi abestir.
Şimdilik bu kadar…