“Yanlış yapanlar”, bir dönem AKP’ye destek veren, geçmişinde solculuk olan ya da kendilerini bugün de “solcu”, hatta “sosyalist” olarak tanımlayan kişiler...
Merak etmeyin; şu malum “yetmez ama evet” olayını merkeze koyup bu insanlara düz hakaretler yöneltme, hepsini yerden yere vurma gibi bir niyetimiz yok. Ayrıca, bu insanların hepsinin bir şekilde “satın alındığını”, doğrudan karşı saflara geçtiğini düşünüyor da değiliz. Ortada olan, bir yanlışlar silsilesidir. Bu insanların büyük bir bölümü, çok “sofistike” kişiler gibi görünmelerine rağmen ciddi yanlışlara düşmüştür.
Üzerinde durulup araştırılacak konu ise bunca oturaklı insanın nasıl olup da böyle ciddi yanlışlara düşebildiğidir. Başka bir deyişle, tarihsel ve güncel açıdan “yanlış okunan” nedir? Yanlış okumanın yanı sıra işin içinde belirli bir “psikolojiyle” ilgili yanlar da olabilir mi?
Bu soruları yanıtlamaya çalışırken, tahminlerin ve çıkarsamaların ötesinde somut bilgilere ve gözlemlere de dayanacağımızı hemen belirtelim.
***
Bu insanların en başa koydukları (ötesini de fazla düşünmedikleri) sorunsal, demokrasi ve Türkiye’nin demokratikleşmesidir.
Böyle bir düşünceye ve vizyona “eksik” denebilir; “yetmez” denebilir; ancak kendi başına “yanlış” denemez.
Yanlış olan, demokrasi ve demokratikleşme olgularının, Türkiye’ye ilişkin çürük bir tarih ve güncellik okumasının içine yerleştirilmesidir. Varsayımlar olarak Türkiye’nin AB üyeliği, batının ve içerideki sermaye sınıfının kırmızı çizgileri alındıktan sonra, geleneksel devlet anlayışının dışında neşet ettiği (doğduğu) düşünülen bir akımın salt bu tarihsel konumu nedeniyle demokrasi diyeceği, demokrasinin önünü açacağı fikri benimsenmiştir.
Az önce sözü edilen akımın adını eğip bükmeden koyacak olursak, siyasal İslam’dır. Siyasal İslam denilen akımın demokrasiyle ilişkisi konusunda başka ülkelerde biriken bunca deneyim varken bunlara itibar edilmemiş, ortadaki boşluk, Türkiye’ye ilişkin kimi politik-sosyoloji okumalarıyla doldurulmuştur. İdris Küçükömer’den Şerif Mardin’e ve kimi başka akademisyenlere uzanan bir çizginin akademi sınırları içinde kalması gereken tezleri ve tespitleri, acemice, doğrudan siyaset alanına ve oradaki aktörlere yansıtılmıştır.
Sofistike insanların kalibresi, sosyolojik analizlerin siyaset planındaki izdüşümlerinin çok farklı kılıklara bürünebileceğini, kapitalizmin gelişme sürecinin yerini kapitalizmi sürdürme uğraşlarına bıraktığı bir dönemde hiçbir sosyolojik gerçeğin siyaset düzleminde bakir kalamayacağını anlamaya yetmemiştir.
***
Bir de “psikolojik boyuttan” söz etmiştik; o ne oluyor?
“Psikolojiyle ne ilgisi var; tarihsel ve siyasal temellere sahip” diyebilirler; ancak biz bu kesimdeki Kemalizm (nasıl tanımlanırsa tanımlansın) karşıtlığının “fobi” boyutlarına ulaştığı kanısındayız.
Çok söylendi, ama tekrarlamakta yarar var: Kemalizm’i eleştirmek, onu tarihsel ve sınıfsal açıdan ait olduğu yere oturtmak başka, her tür musibetin geri planında, demokrasiye aykırı ne varsa hepsinin kökeninde Kemalizm’i bulmak başkadır. İkincisinin, siyasal, tarihsel, sosyolojik, vb. analizlerle açıklanabilecek bir yanı yoktur. Daha açık söyleyelim: AKP’nin, özellikle AB katılım sürecinin gerekleri doğrultusunda demokraside ileri adımlar atmasını beklemek yanlıştı; ama aynı beklentinin temelinde AKP’nin temsil ettiği şekliyle siyasal İslam’ın Kemalizm karşıtlığı var idiyse (ki vardı); burada artık “yanlışın” ötesinde bir fobiden söz etmek gerekir.
***
Düşününce, bir dönemin AKP destekçilerinin yanlışları için burada belirtilenlerin dışında başka nedenler de bulunabilir.
İşte burada “üst belirlenme” kavramına geliyoruz.
Şöyle: Diyelim, bir sonuç olarak (A) olgusunun pek çok nedeni sıralanabiliyor. Dahası, tek tek alındığında bu nedenlerin her biri bir sonuç olarak (A) olgusunu inandırıcı biçimde açıklayabiliyor.
Böyle durumlara “üst” ya da “aşırı” belirlenme deniyor.
Demek, bir dönemin AKP destekçisi solcuları da üst ya da aşırı belirlenmişler…
***
Son olarak, bu yazıyı yazma gereğini neden duyduk?
Aynı kişilerin büyük bölümü bugün de sahnededir ve bu kez AKP’ye karşı mücadelede yollar, yöntemler önermektedir.
“Çekin gidin” denmez elbette; ama ne söylüyorlarsa hepsine ihtiyatla yaklaşmakta yarar vardır.