Nene Hatunlar, cesur yürekler ve 'bizim mahalle'

Yaşadığımız şu Olağanüstü Hal günlerinde en olağanüstü mevzulardan biri de ‘sokak hareketi’ hiç kuşkusuz. Üstelik kadınların da görünür olduğu bir tablo karşımızdaki...

Bu ‘sokak hareketine’, her ne kadar Reis’in talimatıyla başlayıp ve bir dahaki emrine kadar sürmesi beklenen bir ‘hareket’ olsa da tümden ‘resmi tarife’ muamelesi çekilemez. Yine de böylesine şölensel, ayinsel, nöbetli bir ‘demokrasi’  arzusunun bizleri şaşırtmadığını söylemek zor.

Ne ki tozun dumana, sucuk ekmeğin demokrasiye, dombranın tekbire, tevhid bayrağının Yılmaz Morgüle karışması ‘bizim mahalleden’ çıkan kimi değerlendirmelerdeki erozyonları, sınır aşındırmalarını haklı çıkartmamakta. İki örnekle konuyu açalım:

Bir yorum şöyle:

“...darbeye karşı canı pahasına direnen kadınlar da var. Çıkıp televizyonlarda yaşadıklarını anlatıyorlar, medya da onları öne çıkarıyor. İyi de oluyor.

Hangi saikle direnmiş olurlarsa olsunlar, siyasal bir saikle direnen kadınlara - ki darbe karşıtı olmak önemli ve doğru bir saiktir ama onları otomatikman demokrat ve hak savunucusu yapmıyor- “bir kadın olarak” direnme bilincinin, muhafazakar bir parti için de hayati önemini gösterdikleri için teşekkür borçluyuz.

Evlere kapatılmaya karşı bu sefer muhafazakar cenahtan kadınların yanıt verişidir bu.” (1) (abç)

‘İyi de oldu, çok da güzel oldu’ mu?

Medyanın, TV kanallarının resmi propaganda aygıtlarından farksız olduğu gün gibi ortadayken, ‘darbeye direnen kadınlar’ ajitasyonuna nasıl yaklaşmalı?

Kadraja bir kez daha bakınız. İlk başta, en ön safta yer alanlar, gözleri dışında tüm vücudu kara çarşafla örtülü, başında RTE kırmızı bandanası ile cihat çağrılarına eşlik eden kadınlardı. Hatta içlerinde bir tanesi başarısız darbe girişiminin olduğu gece, kocasının kamyonunu Taksime kadar sürmüş, mahalleden topladığı insanlarla darbecilere karşı durmuştu.

Kendi ifadesiyle Cumhurbaşkanı çağrı yapınca çarşafını üstüne geçirip, korkmadan yollara düşmüştü, gerekirse ölürdü.  Duyguları sel olmuştu. Devletimiz ve milletimiz büyük bir beladan kurtulmuştu. Allah Cumhurbaşkanı’mıza büyük güç ve kuvvet versindi ki bunları haklasınlardı. (2)

Yandaş basın günlerce, geçmişin kahramanlarına yapılan göndermeyle ‘Nene Hatun’ adını verdiği kadının hikayesini servis etti. Öyle ki Reis duyunca çok duygulanıp, ağlamıştı.

Yine hemen tamamı kara çarşaflı başka ‘darbe savar’ kadınların hikayeleri, ‘cesur yürekler’, ‘erkek gibi korkusuz kadınlar’, ‘yiğit analar’ olarak gazeteleri, TV kanallarını doldurdu.

Ne ki ortaya fazla partizan bir görüntü çıktı. Bu kez kara çarşaflıların yanına başörtülü teyzeler, onların yanına başörtülü kot pantolonlu genç kızlar ve nihayet başı açık, makyajlı kadınlar eklendi.

Dolayısıyla ‘iyi de oldu’ demeden önce medyanın hangi kadınları öne çıkardığı ve dahası nasıl bir metinle öne çıkardığı önemli.

Medyanın kadınları öne çıkarırken kullandığı alt metin şudur: “Kadınlar güçsüzdür, erkek gibi sokağa çıkıp, meydana çıkıp mücadele edemezler, kadınlar yarımdır, kadınlar korunmaya muhtaçtır” ama işte fıtraten böyle olan kadınlar BİLE, tüm zayıflıklarına RAĞMEN, korkusuzca sanki bir ERKEK GİBİ meydanlara çıkıyorsa bu kahramanlıktır; buna Reis bile ağlar.

Peki yine de yeni OHAL’li AKP rejiminin vitrinini süsleyen ‘cesur yürekler’ ‘Nene Hatun’lar, kadınlar için başka bir güçlenme stratejisinin; evinden dışarı çıkma, siyaset yapma,  sokakta boy gösterme, yarım olmadığını ispatlama gibi bir stratejinin işaretleri olarak görülebilir mi?

Yukarıda aktardığımız yoruma göre böyle, üstelik şartsız koşulsuz. Öyle ki ‘hangi saikle olursa olsun’ deniliyor. Madem öyle Ortadoğu’da kanlı İŞİD çetelerine katılmak için bırakın evinden çıkmayı, ülkesini terk eden, icabında kendini patlatan kadınlara da ‘başka bir özgürleşmenin’ sembolleri olarak bakılması gerekir.

Uçlaştırdığımızı düşünenlere, darbeye karşı ‘cesur yürekli’ bir cihatçı kadının, hainlerin parça parça edilip torbalara doldurulması gerektiğini, toprağın bile onları kabul etmeyeceğini söylediği videoyu izlemelerini öneririz. (3)

Teşekkür mü edeceğiz?

Gelelim teşekkür meselesine.  ‘Bir kadın olarak direnme bilincinin’ ‘muhafazakar bir partiye’(herhalde bu minnoş, AKP olmalı) de gösterilmesine teşekkür edilmiş. AKP’ye kadınların ‘yarım’ olmadığı gösterilmiş.

Peki, AKP’nin ‘yarım kadın’ söylemindeki ısrarı şimdiye değin kadınların kendilerini yeterince gösterememesinden mi kaynaklanıyordu? AKP ‘darbeye karşı çıkan kadınlar’ sayesinde mi artık aymış olmalı?

Böylesi safiyane beklentisi olanlara bir şeyi hatırlatmak isteriz. AKP’nin kadın düşmanlığı, onun dünya görüşüyle, siyasal İslamcılığıyla birebire bağlantılı, ontolojik bir unsurdur; sorun ‘eksik deneyim’ değildir.

Kaldı ki kadınların yarım olmadıklarını ispatlamak için elinde tevhid bayrağıyla harem-selamlık kortejde şeriat çağrısı yapan muktedirlere ihtiyacı yoktur.  Geçtiğimiz Pazar, tüm korku atmosferine inat Taksim’de darbeyi de, AKP’nin yeni OHAL’li darbe rejimini de karşısına alan on binlerce kadın yıllardır ‘yarım’ olmadıklarını fazlasıyla göstermişlerdir. Ne yarım olmadığımızı ispat etmeye, ne de kadınların köleliğini şiar edinen cihatçı kadınlara ihtiyacımız var!

Röportajları okuyunuz; hemen tamamı Cumhurbaşkanı için sokağa çıktığını söylüyor. Reisin talimatıyla evinden çıkanın aynı talimatla evine döneceği gerçeği düşünülürse bunun ‘bir kadın olarak direnme bilinciyle’ ya da ‘eve kapatılmaya karşı tepkiyle’ nasıl bir ilişkisi vardır?

Kadınlar kullanılıp, ayrıştırılıyor mu?

Yukarda iki yorumu ele alacağımızı söylemiştik. İşte ‘darbeye karşı kadınlar’ bahsinde ikinci bir yorum şöyle:

“Askeri darbe nasıl ki halkın siyaset dışına itilmesinin bir yoluysa, bugün sokakta yaratılan ortam da, tek adam diktatörlüğüne giden bu siyasi süreç de kitleleri kullanarak halkı siyaset dışına itiyor. Özellikle de kadınları… Kadınların yine “başörtülü/ başörtüsüz”, “AKP yanlısı / AKP düşmanı”, “sokakta olan/olmayan” biçiminde ayrıştırıldığı bu süreç, kadınlar üzerinden siyaset yapmanın kolaylaştığı, ama aynı zamanda kadınların (eşitlik) taleplerinin tümden gündem dışına itildiği, yapılan her siyasi hamlenin en ağır sonuçlarını kadınların yaşayacağı bir süreç.” (4) (abç)

‘Özellikle kadınların kullanılması’, vitrinleştirme, sembolleştirme, ikonlar yaratma bağlamında bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak burada odağımız bu ‘sembolleştirmenin’ politik, ideolojik bağlamı, sonuçları olmalı. Yoksa ‘sembolleştirileni’; kandırılan, uyutulan, beyni yıkanmış kurbanlar olarak görmenin alemi yoktur.

Bu yorumun en vahim yanı kadınların ‘AKP yanlısı ve düşmanı’ olarak AYRIŞTIRILDIKLARINI iddia etmesidir. Kadınlar siyasetsiz, sınıfsız bir düzlemde mi var olurlar? AKP rejimine karşıt ve taraf olmak ‘kadınların edilgen olduğu’ yukarıdan dikte edilen bir şey midir?

Bu ülkede şeriat özlemlerinden AKP militanlığına siyasal İslamcılığın, erkekler içinde olduğu gibi kadınlar içinde de karşılığı vardır. Cüppeli, çember sakallı erkek, şeriat çağrısı yaparken misyonu, sorumluluğu neyse bu çağrılara eşlik eden, taraf olan kadınların da sorumluluğu aynıdır. Kadın oldukları için özellikle daha fazla ‘kandırıldıklarını’ ve bu sebeple daha az sorumlu olduklarını düşünmek ince işleyen bir cinsiyetçilik olarak değerlendirilmeli.

Yazı uzadı. Son söz olsun…

Muktedirlerin şeriatçı, faşist propagandasına taraf olanların, kadınları temsil etme ehliyeti yoktur. Bu ülkede kadınların tarafı vardır. Bu taraf eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin ve laikliğin tarafıdır…