Neler oluyor, ne yapılmalı?

Öyle durumlar olur ki belirli bir meselenin güncel olarak gelip düğümlendiği noktanın tespiti için bir sadeleştirmeye gidilmesi gerekir.

Düğümlenme noktasının elbette tarihsel boyutu vardır. En ön planda görünenlerin ötesinde başka aktörler de işin içinde yer alırlar; dinamikler, olasılıklar vb. çok yönlüdür. Ancak gene de gelinen uğrakta ortaya çıkan “kristalleşme”, eğer analiz yapılacaksa başka faktörlerin daha geri planda tutulup buraya yüklenilmesini, bu anlamda bir sadeleştirmeye gidilmesini gerektirir.

O zaman açıkça söyleyelim:

Bugün Türkiye’de yaşananlar, AKP daraltılarak söylenirse bir yanda Erdoğan ve çevresi ile diğer yanda Kürt özgürlük hareketi daraltılarak söylenirse Kandil arasındaki bir tür bilek güreşidir; odaklanılan nokta da 1 Kasım seçimleridir.

Sorulacaktır:

AKP demek Erdoğan demek mi?

Kürt özgürlük hareketi demek Kandil demek mi?

CHP’si var, MHP’si var, bunlar yalnızca figüran mı?

Emperyalist odaklar, onların planları ve tezgâhları ne olacak?

Bu işin 1 Kasım sonrasına uzanan daha uzun vadeli boyutları hiç mi yok?   

Kuşkusuz, bunların hepsi hakkında söylenebilecekler vardır. Hiç biri “yok hükmünde” değildir. Ancak, dedik ya, güncel durum bir sadeleştirmeyi gerektirmektedir. Az önce sözü edilen bilek güreşi bugün yaşanan ortamın merkezindedir. Somut durumun en somut çıkıntısıdır ve buradan yola çıkılmasında yarar vardır. Daha açık bir deyişle, sivrilen bu durumu, tüm faktörleri hesaba katarak dört başı mamur bir analize tabi tutma çabalarının içinden çıkılmaz bir döngüyle, daha kötüsü “bari ben karışmayayım” eylemsizliğiyle sonuçlanması gibi bir tehlike söz konusudur.

***

Şiddet ortamını isteyenin ve tırmandıranın Erdoğan ve çevresi olduğuna hiç kuşku yoktur.

Odaklanılan noktanın 1 Kasım seçimleri olduğu da açıktır.

Eğer seçimleri merkeze alırsak, şiddet ortamına Erdoğan ve çevresi açısından en az “ikili” bir işlev tanındığı söylenebilir: Yaratılan ortamla belirli kesimlerden oy çalma, HDP’yi geriletme ve “tek başına iktidar” yollarını böyle deneme ya da (gelen veriler öncekine işaret etmiyorsa) şiddet ortamını daha da tırmandırarak seçimleri yaptırmama… 

İşin içinde HDP’yi seçimlere katılamayacak duruma getirme niyeti de olabilir; ancak bunun sonuçlarının göze alınması o kadar kolay değildir.

Aşağı yukarı budur ve Erdoğan cephesinde bunların ötesinde niyet aramanın fazla anlamı yoktur.

“İç savaş” mı? Emareleri ve provaları gerçekten vardır; ama ağırlıklı olarak “bunu gösterip başka şeylere razı etme” aracı olarak kullanılmaktadır ve her şeyiyle göze alındığını söylemek zorlama olacaktır.

Seçimleri gündemden düşürecek bir “büyük koalisyon” mu? Erdoğan ve çevresinin gündeminde yoktur. Mecbur kalırlar mı? İhtimaldir, ama o kadar güçlü değildir. 

Ya diğer taraf?

Açıklanması o kadar kolay görünmediği gibi “bizler” açısından sıkıntılı bir durum söz konusudur: Kesinkes karşıya alınmasında en küçük tereddüt duyulamayacak bir aktörün niyetini, hesaplarını az çok kestirip de “mazlum” ve “mağdur” bir halk adına hareket eden diğerinin niyetini ve hesaplarını tam bilememek sıkıntılı bir durumdur.

Meşru müdafaa ötesine geçen bir “konsept değişikliği” mi?

Alan hâkimiyeti ya da “kurtarılmış bölge” fikrinin kimi askeri analizler ardından yeniden canlanması mı?

“HDP’yi bırak bana bak” mesajı mı?

Yoksa yarın bir gün nasıl olsa yeniden başlayacağı varsayılan “diyalog süreci” için, Abdullah Öcalan’a yeni imkânlar tanınmasını da kapsayan daha güçlü bir elle masaya oturma planları mı?

Dediğimiz gibi, tam bilemiyoruz ve kesin konuşamıyoruz. Ancak, yukarıdakilerden sonuncusu en makulü gibi görünmektedir. Eğer böyleyse, söylenmesi gereken şudur: Konuya diğer taraf olarak RTE ve çevresi açısından bakılırsa, bu çevreye karşı kararlı bir tutum alan ve onu sıkıştıran bir HDP, “TC’ye” askeri darbeler indiren bir Kandil’den daha ciddi bir sorun ve tehlikedir…

Evet, tam bilemiyoruz, ama HDP’nin “gözden çıkarıldığını” ve 1 Kasım seçimlerinin de artık hiç önemsenmediğini düşünmek çok güçtür.

“Artık dalga döndü, bundan böyle her ölüm Erdoğan’ın eksi hanesine yazılacak, onu geriletip eritecektir” varsayımı söz konusuysa bu da hayli risklidir (ve üstelik acımasızcadır) deyip geçiyoruz.

***

Başkaları ayrı, ama bu ülkede kendine ilerici, yurtsever, solcu, sosyalist, komünist diyen kesimlerin böyle bir duruma “yesinler birbirlerini” mantığıyla bakması düşünülemez. Bu kimlikler bir yana, “insanım” diyenin bile böyle düşünme rahatlığı olmamalıdır.

Siyasetle uğraşanlara: Siyasal süreçlerde kritik bir uğrağı pas geçenler, “bizim günümüz sonra gelecek” düşüncesiyle kenarda duranlar, artık ne kadarsa mevcut güç ve etkileriyle süreci başka bir mecraya çekmeye teşebbüs etmeyenler, sonraki uğrakları da kaçırmış olacaklardır. Bugünkü kan histerisinin ufkundan kızıl bir güneşin doğmasını bekleyenler daha çok bekleyeceklerdir…

O zaman?

“Barış”, ama gerçek anlamda barış, kuşkusuz çok daha uzun vadeli, çetrefilli ve düşünülecek çok farklı boyutları olan bir hedeftir.

Bunu bugünden düşünmeye gerek yok, demiyoruz; ama güncel durumda asıl yüklenilmesi gereken nokta, mutlaka zorlanması ve hemen gerçekleştirilmesi gereken hedef, silahların susmasıdır, adıyla sanıyla “çatışmasızlık durumu” ya da ateşkestir.

Salt insani gerekçeler bile yeter; ancak bunun da ötesinde eğer mesele şu AKP ve Erdoğan denen dertten kurtulmaksa, buna en fazla neyin hizmet ettiğini ve edeceğini bilebilecek durumdayız.

“Ardında ne kadar gözyaşı, ölüm ve kan bırakırsa gidişi de o kadar kesin olur” düşüncesinin, insani sakıncalar bir yana siyaseten de fazla geçerlilik taşımadığı unutulmamalıdır.