Ne Yapmalı’da altını çizdiğim satırlar

Lenin’den ilk okuduğum kitap Şiar Yalçın’ın çevirdiği, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nca yayınlanmış Karl Marx ve Doktrini’ydi. Lenin çok açık ve anlaşılır yazmıştı, çeviri de güzeldi, benim için tam zamanında okunan bir marksizme giriş kitabı olmuştu. Önemli gördüğüm yerlerin altını kurşun kalemle çiziyordum. Kitabı bitirdiğimde, çizilen satırların çizilmeyenlerden daha çok olduğunu görmüştüm. Yolun başında, yeni her şey, altı çizilecek denli önemli geliyordu.

Marx’ı, Engels’i, Lenin’i okudukça, azçok anladıkça kitaplardaki altı çizilen satırlar da giderek azaldı. Diyalektik materyalist bakış açısını özümsedikçe olguya ilişkin bilgiden çok, bilgiye götüren yönteme ilişkin satırların altını daha çok çizer oldum.

Kitaplarda altı çizilen satırları, hangi sorunun cevabını aramak için okuyorsak ona göre belirleriz. Zamanla aynı kitapları tekrar tekrar okumak gerektiğinde, önceki okumalar ve yeni sorular ışığında bu kez başka cümleler önemli görünür.

Kitaplarda altı çizilen satırlar giderek azalmıştır ama yeniden okunduğunda bu kez başka yerler önemli görünmüş, onların altı çizilmiştir. Aynı kitabın iki üç okumasından sonra, bir de bakarsınız altı çizilen satırlar, çizilmeyenleri yine geçmiştir.

TARİHİN 15 YILDA DOĞRULADIĞI KİTAP

Aydınlar Partisi’ni yazmaya hazırlanırken Lenin’in, “işçi sınıfına dışardan bilinç götürecek” parti teorisini kurduğu Ne Yapmalı’yı yeniden okudum. Ataol Behramoğlu’nun, Meral Akşener’in partisini desteklemesini eleştirerek bu konuda iki yazı yazdım, bir de baktım ki, bu yazılarda Ne Yapmalı’nın adını bile anmamışım. Kırmızı kalemle altını çizdiğim satırlardaki ilham verici fikirleri, yüz yıldan uzun bir zaman sonra, bambaşka bir dünyada politika ve parti tartışması yaparken somutla kaynaştırıp güncelleştirememişim.

Şimdi, bu eksikliğimi gidermeyi deneyeceğim; Ne Yapmalı’da altını çizdiğim satırları buraya aktaracağım.

Lenin, 1902 yılında yazdığı Ne Yapmalı’da, işçi sınıfının sendikalar eliyle “ekonomik mücadelesine” ve “kendiliğinden hareketine” çok önem veren ekonomizm eğilimiyle polemik içinde yeni bir parti teorisi kurar. Otokrasi koşullarında işçi sınıfına siyasal bilinç “dışardan”, profesyonel devrimcilerden oluşan bu partinin çalışmasıyla kazandırılacaktır. İşçi sınıfı partisi teorisinin oluşturulduğu bu kitabın yazılışından on beş yıl sonra 1917 büyük Ekim Devrimi oldu; Lenin’in Partisi, milyonların ayaklanmasını yönetmeyi ve iktidara taşımayı başardı. Burada okuyacağınız altı çizili satırlar, kısa süre içinde doğruluğunu tarihin tescil ettiği bu kitaptan alınmıştır.

YÜZ YIL ÖNCENİN SOSYAL-DEMOKRAT PARTİSİ

Lenin, Ne Yapmalı’da, “kendiliğinden unsur”, özünde tohum halindeki bir bilinçlenmeden başka bir şey değildir,1 diye yazar. Partinin görevi, yığınların kendiliğinden hareketlerinde ortaya çıkan bu tohum halindeki bilinçlenmeyi geliştirerek, onları örgütlemek ve sınıf mücadelesinin güçlerine dönüştürmektir.

Aynı konuda, cevabını içinde taşıyan sorusu şudur: “Ama sosyal-demokrasinin işlevi, kendiliğinden hareketin üzerinde dolaşan bir ‘ruh’ olmak ve bununla yetinmeyip bu hareketi ‘kendi programı’ düzeyine yükseltmek değil de nedir?” (s.61) Buradaki “sosyal-demokrasi” kavramının o dönemde sosyalizmi veya komünizmi anlatan bir kavram olduğunu unutmayalım. Ekim Devrimi’ni yapan, adını daha sonra Rusya Komünist Partisi olarak değiştirecek partinin adı Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ydi. İşçi sınıfı partilerinin komünist adını almaları, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda, kendi kapitalistlerinin savaş politikalarını destekleyerek sosyalizmden kopan, “sosyal-şoven” olan Avrupa “sosyal-demokrat” partilerinden kendilerini ayırma gerekliliğinden doğmuştur. 2. Enternasyonal’in çöküşü, Komünist Enternasyonal’in kuruluşu da bu sürecin içindedir.

Lenin’in ideolojik mücadelenin önemi ve güçlükleri üzerine yazarken yaptığı şu saptama, bugün “sosyal medya” çağında daha da koyulaşan bir gerçeği ortaya koyuyor: “burjuva ideolojisi köken bakımından sosyalist ideolojiden çok daha eskidir, çok daha gelişkindir, ve boy ölçüşülemeyecek kadar daha çok yayılma olanaklarına sahiptir.” (s.50) Halkların cahilleştirildiği, insanların büyük bir yalnızlaşma ve yabancılaşma çemberine sokulduğu günümüz tekelci toplumlarında egemen ideolojiye karşı savunma mekanizmaları büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Bu koşullarda parti’nin işçi sınıfı ideolojisini üretme ve muhataplarına içselleştirmede işlevi ve etkinliği daha yaşamsal hale gelmiştir.

İNSANA KENDİNİ SATTIRAN DÜZEN

Lenin, Ne Yapmalı’da tekrar tekrar işçi sınıfının mücadelesini yalnızca sendikal düzeyle sınırlandırmaya çalışan ekonomistlerle tartışırken, bu mücadelenin siyasallaşması, ulusal ölçekte varlığını göstermesi gerektiğini vurgular. “Sosyal-demokrasi, yalnızca işgücünün daha uygun koşullarda satılması için değil, aynı zamanda mülksüzlerin kendilerini zenginlere satmaya zorlayan toplumsal düzenin kalkması için de işçi sınıfı savaşımına önderlik eder. Sosyal-demokrasi, yalnızca belirli bir işverenler grubuyla ilişkilerde değil, modern toplumun bütün sınıflarıyla ve örgütlenmiş bir siyasal güç olarak devletle de ilişkilerde işçi sınıfını temsil eder.” (s.66)

İşçi sınıfı bilinci nedir ve nasıl kazanılır; aktaracağım cümlelerde Lenin bunu olağanüstü incelikli biçimde tarif ediyor. İtalikle gösterilerek vurgulanmış sözcükler ve bundan sonraki aktarmalardaki italikler Lenin’in incelikli yazımının ürünüdür. “Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyal-demokrat açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler, öteki toplumsal sınıfların herbirini, entelektüel, moral ve siyasal yaşamlarının bütün belirtilerinde gözleyebilmek için somut ve her şeyden önce güncel siyasal olgular ve olaylardan yararlanmasını öğrenmezlerse; eğer materyalist tahlil ve ölçütleri, nüfusun bütün sınıflarının, katmanlarının ve gruplarının yaşam ve eylemlerinin bütün yönlerine pratik olarak uygulamayı öğrenmezlerse, çalışan yığınların bilinci, gerçek bir sınıf bilinci olamaz.” (s.80)

BÜTÜN SINIFLARA GİDEN PARTİ

Bu karmaşık, zor ve sürekli kılınması gereken işi, işçilere siyasal sınıf bilinci kazandırma işini ancak çok iyi örgütlenmiş bir işçi sınıfı partisi yapabilir. “Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışardan verilebilir, yani ancak iktisadi savaşımın dışından, işçilerle işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin olanaklı olduğu biricik alan, bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki işçilerin ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla yeterli buldukları ‘işçiler arasına gidilmelidir’ yanıtı olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal demokratlar, nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar; onlar ordu birliklerini bütün yönlere sevketmek zorundadırlar.” (s.90) Sosyalistlerin siyasal mücadeleyi bütün sınıflara giderek, toplumun bütününü kapsayacak ve etkileyecek kapsamda yürütmeleri gerekliliği Nasıl Yapmalı’nın bir başka önemli tezidir. Lenin, kitabın başka bir yerinde, bunu şöyle tekrarlıyor: “Biz teorisyenler olarak, propagandacılar olarak, ajitatörler olarak ve örgütçüler olarak ‘nüfusun bütün sınıfları arasına gitmeliyiz’”. (s.93) Bunu, bütün sınıfları bu düzenden soğutmak için yapmalıyız. Lenin’in, “bütün sınıfları” tamlaması, düzenin egemen sınıfı kapitalistleri de kapsıyor mu? Muhtemelen; çünkü parti bütün sınıflar arasında örgütlenirken, yalnızca öğretmek ve etkilemekle yetinmiyor, o sınıfların gerçeğini de anlamaya çalışıyor. Kapitalist sınıfın, kapitalist devletin gerçeklerini kavrayabilmek için buralarda olmak gerekiyor: “Ve işçilere gerçek, kapsamlı ve canlı siyasal bilgiler sağlayabilmek için, her yerde, toplumun bütün katmanlarında ve devlet mekanizmamızın bütün iç çarkları hakkında bilgi edinebileceğimiz bütün mevkilerde ‘kendi adamlarımız’, sosyal-demokratlar bulunmalıdır. Böyleleri, yalnızca propaganda ve ajitasyon için değil, ama daha çok örgütlendirme için gereklidir.” (s.98)

Örgütlenecek en stratejik kurumlardan biri de ordu’dur: “Elimizdeki güçler olanak verir vermez, hiç duraksamadan, bütün dikkatimizi, askerler ve subaylar arasındaki propaganda ve ajitasyona ve partimize bağlı ‘askeri örgütlerin’ yaratılmasına vermeliyiz.” (s.140)

SİYASAL MÜCADELEDE LİDER’İN ROLÜ

Partinin bulunduğu yerde öncü olması düzene karşı devrimci perspektifini her somut durumda yaşama uygulamasına bağlıdır. “Ama ‘biz’, eğer ön saflardaki demokratlar olmak istiyorsak, yalnızca üniversite ya da zemstvo vb. koşullarından yakınanların düşüncelerini, tüm siyasal düzenin beş para etmediği düşüncesine yöneltmeyi üstlenmeliyiz. Bütün muhalefet katmanlarının savaşıma ve partimize ellerinden gelen desteği verebilmelerini sağlamak için kendi partimizin önderliği altında, çok yönlü bir siyasal savaşımın örgütlendirilmesi görevini biz üzerimize almalıyız. Pratik içindeki sosyal-demokratlarımızı, bu çok yönlü savaşımın bütün belirtilerine kılavuzluk edebilen, kaynaşma halindeki öğrencilere, hoşnutsuz zemtsvo mensuplarına, öfkeli dinsel mezhep mensuplarına, küskün ilkokul öğretmenlerine, vb., vb. gereken anda ‘kesin bir eylem programını kabul ettirmesini’ bilen siyasal önderler olarak eğitmek, bizim işimiz olmalıdır.” (96-97) Parti, çok yönlü, gelişkin önderler yetiştiren bir okul olmak zorundadır. Elbette, toplumun devrimci kaynaklarını israf etmemek gerekir. “Gerçek şudur ki, toplum, ‘davaya’ uygun birçok insan yetiştirmektedir, ama biz, bunların hepsini kullanamıyoruz.” (s.140)

“Öte yandan, biz, hem bilinçli işçiler arasından ve hem de aydınlar arasından bu savaşım için önderlerin eğitilmesini sağlamadıkça, yığınlar hiçbir zaman siyasal savaşımı yürütmeyi öğrenemeyeceklerdir. Böyle önderler, ancak siyasal yaşamımızın bütün her günkü yönlerini, çeşitli sınıfların çeşitli nedenlerle bütün protesto ve savaşım girişimlerini sistemli olarak değerlendirerek eğitimlerini sağlayabilirler.” (s.175)

Lenin, partinin “bir düzine” deneyimli, gelişmiş lidere ihtiyacı olduğunu Alman partisini örnekleyerek vurgular: “Siyasal düşünce Almanlar arasında yeteri kadar gelişmiştir, ve profesyonel olarak eğitilmiş, uzun deneylerden geçmiş ve tam bir uyum içinde çalışan ‘bir düzine’ denenmiş ve yetenekli lider olmadan (ve yetenekli kişiler yüzlerle doğmaz) modern toplumda hiçbir sınıfın kararlı bir savaşıma girişemeyeceğini anlayacak kadar siyasal deneyim edinmişlerdir.” (s.133) Yetenekli lider’in az bulunurluğu ve lider’siz siyasal savaşımın yürümeyeceği tezini reel sosyalizmin çöktüğü günümüz dünyasında daha çok önemsemek durumundayız.

LENİN’İN AYDINLAR PARTİSİ

Lenin’in, Komünist Parti’de örgütlenmiş ve işçi sınıfına “dışardan” bilinç götürecek devrimcileri “aydın” olarak nitelediğini de okuyoruz. Sosyalizm teorisinin, “mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup” geliştirildiğini yazan Lenin, “bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels’in kendileri de, burjuva aydın katmanındandırlar” diyor ve şöyle devam ediyor: “Tam aynı yolda, Rusya’da sosyal-demokrasinin teorik öğretisi, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesinden tamamen bağımsız olarak doğmuştur; devrimci sosyalist aydın katman arasındaki düşünce gelişmesinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştur.” (s.39) Bugün dünyada ve Türkiye’de, aydın-sızlaşma çağındayız, sosyalizmin etkisizleşmesi, çürümüş tekeller düzeninin aşılması için güçlü teorik seslerin çıkmaması, aydın katmanın ortadan kaldırılmasının sonucudur. Felsefi, bilimsel, sanatsal çalışmalar yürüten kişilerin düzenin teknokratlarına çevrilerek aydın niteliklerinin silinmesi, düzene devrimci seçenek yaratılmasının teorik zeminini zayıflatmıştır.

Soğuk Savaş’la birlikte entelektüel tabakalar, antikomünist ideolojiyle donatılmış ve çürümüş düzenin araçlarına çevrilmiştir. Hiç düşünmeksizin Stalin ile Hitler’i “diktatörlük” kavramıyla özdeşleştiren düzen ideologları, sürekli sosyalizmi karalamaktadırlar. Lenin, sınıflı toplumda bunun ne anlama geldiğini çok önceden yazmıştır: “herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir.” (s.48)

“Yığınların kendiliğinden uyanışının gerisinde kalan yalnızca genel olarak devrimciler değildir; işçi-devrimciler bile işçi sınıfı yığınlarının kendiliğinden uyanışının gerisinde kalmaktadırlar. Ve bu olgu, (…) birinci ve en önemli görevimizin, parti eylemi bakımından aydın devrimcilerle aynı düzeyde olan işçi sınıfı devrimcilerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak olduğunun kanıtıdır (‘parti eylemi bakımından’ sözcüklerini vurguluyoruz, çünkü, işçilerin öteki bakımlardan aydınlarla aynı düzeye gelmesi, ne o kadar kolaydır, ne de o kadar ivedi bir zorunluluktur).” (s.142)

Aydınların Rus devrimci hareketinde belirleyici bir yeri vardır. 19. Yüzyıl gerçekçi Rus edebiyatı kitlelerin bilinçlenmesine olağanüstü katkı sağlamıştır. Lenin’in Ne Yapmalı’da sözünü ettiği 1901 Kasım ve Aralık’ta Rusya’nın önemli şehirlerinde gerçekleşen, işçilerin de desteklediği öğrenci gösterileri dalgası iki büyük devrimci Rus yazarına ilişkin iktidarın baskıcı tutumunu protesto etmek için başlatılmıştı. Nijni-Novgorod’daki gösteriler, Maksim Gorki’nin sürgün edilmesine karşı düzenlenmişti. Moskova’da ise, Oblomovluk Nedir?’in yazarı 19. Yüzyılın devrimci demokrat eleştirmeni Dobrolyubov’u anma toplantısının yasaklanması üzerine öğrenciler harekete geçmişlerdi. Bu aylar boyunca St. Petersburg, Ekoterinoslav, Kiev, Harkov gibi büyük şehirlerde öğrenci gösterileri yapıldı. Lenin ile Plehanov’un bu gösterilere ilişkin İskra’da yazıları yayınlandı.

GEZİ’NİN SELİNİN AKACAĞI PARTİ

Şimdi, bugünün Türkiye’si için de geçerli olabilecek bir saptamaya sıra geldi: “Gerçek şudur ki, Rus yaşamındaki toplumsal kötülükler, çalışan yığınları heyecan doruğuna ulaştırmaktadır, ama biz Rus yaşam koşullarının düşündüğümüzden çok daha geniş boyutlara ulaştırdığı ve gürül gürül akan tek bir sel haline getirilmesi gereken halkın bütün bu öfke damlacıklarını ve dereciklerini, deyim yerindeyse, biraraya getirip yoğunlaştıramıyoruz. Bunun başarılabileceği, işçi sınıfı hareketindeki muazzam büyüme ile ve yukarda değinilen işçilerin siyasal yazın susuzluğu ile kesin olarak tanıtlanmaktadır.” (s.88) Bugünün Türkiye’sinde öfke derecik değil, Gezi’de sel olup akmıştır ama siyasal bir programa ve güçlü bir parti’ye kavuşamadığı için henüz devrimci vadisini bulamamıştır. Kitlelerin kendiliğinden hareketi, siyasal örgütlenmelerin ufkunu aşmıştır. Ama karanlıktan çıkışı sağlayamaması Ne Yapmalı’nın tezleriyle uyumludur. Kendiliğinden kalkışmaya siyasal bir anlam kazandıracak, bir program sunacak ve hedef belirleyecek siyasal örgütlenme yeterli değildir.

Sosyalist kimdir; Lenin’in tarifine göre o halkın sözcüsü olmalıdır: “(…) sosyal-demokratın sendika sekreteri olmak ülküsüne değil, keyfiliğin ve baskının kendini gösterdiği her yerde bunun bütün belirtilerine karşı tepki göstererek, polis şiddetini ve kapitalist sömürüyü tümüyle sergileyen bir tablo yaratmak ve bütün bunları genelleştiren sosyalist inançları ve demokratik haklar yolundaki davayı sergilemek, bunu herkese ve proletaryanın tarihsel sınıf savaşımına katılmak isteyen her insana göstermek için en küçük fırsattan yararlanarak halkın sözcüsü olma ülküsüne sahip olması gerektiği iyice vurgulanmalıdır.” (s.91)

KOLEKTİF ÖRGÜTLEYİCİ GAZETE

Lenin, Ne Yapmalı’da ülke çapında dağıtılan bir gazeteye parti’nin omurgasını oluşturacak ölçüde merkezi bir işlev yükler. Bu gazete yalnızca dağıtım sürecinde bile örgütleyici işlev görecektir. Yayınıyla sınıf bilincini ülke çapında yaygınlaştıracak ve ortak bir düzeye taşıyacaktır. Propaganda ve ajitasyonuyla düzeni teşhir ederken, okurlarına materyalist bakış açısıyla olayları değerlendirmeyi de öğretecektir. “Bir gazete, yalnızca bir kolektif propagandacı ve kolektif ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir de. Bu bakımdan, yapım halindeki bir binanın çevresine kurulan iskeleye benzetilebilir; yapının dış kenarlarını belirtir ve yapıcıların birbiriyle temasını, işbölümünü ve örgütlü çalışmalarının meydana getirdiği ortak sonuçları görmelerini sağlar.” (s.177)

“Bütün Rusya için bir siyasal gazetenin yayınlanması ana çizgi olmalıdır: bu çizgiyi izleyerek bu örgütü (yani her protesto hareketini ve her kaynaşmayı her an desteklemeye hazır devrimci örgütü) durmadan geliştirebilir, derinliğine ve genişliğine güçlendirebiliriz.” (s.176)

“Bize en çok ve acil olarak gereken şey, alanı genişletmek, kentler arasında düzenli ortak çalışma temeli üzerinde gerçek bağlar kurmaktır, çünkü parçalanmışlık, insanları ezmektedir ve onlar dünyadan habersiz, kimden neyi öğreneceğini bilmeden ya da nasıl deneyim edinildiğinden, geniş eyleme girişme isteklerini nasıl tatmin edeceğinden habersiz, (bir İskra muhabirinin kullandığı deyimle) ‘bir deliğe’ sıkışmış durumdadırlar. Ancak bütün Rusya’yı kapsayan, biricik düzenli girişim olarak eylemin en çeşitli biçimlerinin sonuçlarını özetleyen ve böylelikle, bütün yolların Roma’ya gittiği gibi, bir devrime giden bütün geçitler boyunca insanları yorulmadan ileriye doğru yürümeye isteklendiren bir ortak gazetenin yardımıyla gerçek bağlar kurmaya başlayabileceğimiz yolundaki iddiamda diretiyorum.” (s.181)

“Rusya için onbinlerce basan ve düzenli bir şekilde dağıtılan bir haftalık gazeteyi kurabiliriz. Bu gazete, sınıf savaşımının ve yığınsal öfkenin her kıvılcımını körükleyerek, onu yaygın bir yangın haline getiren muazzam demirci körüğünün bir parçası haline gelirdi. Henüz pek masum ve çok küçük, ama düzenli ve ortak olan bu çabanın çevresinde, sözcüğün tam anlamıyla denenmiş savaşçıların düzenli ordusu sistemli olarak biraraya getirilir ve eğitilirdi.” (s.184)

İletişimin “sosyal medya” akışkanlığında anlık ve parçalı olduğu günümüz koşullarında ortaklık, bütünlük ve süreklilik sağlayacak bir gazetenin gerekliliği daha da büyümüştür. Günümüz insanının “gazete okumadığı” mazeretine sığınmak ne ölçüde sosyalist bir tutumdur. Gazete okunmamasının yerine konan haberleşme biçimi, sınıf bilincinin oluşumunu güçleştirmektedir. Lenin’in, Ne Yapmalı’da bulduğu örgütleyici yayın çözümünü, günümüz koşullarında yeniden üretmek zorundayız.

DÜZENİ TEŞHİR ETMEK

Ulus çapında teşhirler için gerekli kürsü, ancak bütün Rusya’yı kapsayan bir gazete olabilir.” (s. 100) diyen Lenin, siyasal teşhir’in sınıf mücadelesindeki önemini şöyle çizer:

“İktisadi teşhirler, nasıl fabrika sahiplerine karşı savaş ilan etme anlamını taşırsa, siyasal teşhirler de, aynı ölçüde, hükümete karşı savaş açma anlamına gelir. Teşhir kampanyası ne kadar geniş ve güçlü olursa ve savaşı başlatmak için savaşı ilan eden toplumsal sınıf ne kadar kalabalık ve kararlıysa, bu savaş ilanının manevi önemi de o kadar büyük olacaktır. Onun için bizatihi siyasal teşhirler, karşı çıktığımız düzeni dağıtmak için, düşmandan iğreti ya da geçici müttefikleri ayırmak için, otokrasinin kalıcı ortakları arasında düşmanlığı ve güvensizliği yayabilmek için güçlü bir araçtır.

Zamanımızda, teşhirleri ancak gerçekten ulus çapında örgütlendirecek bir partidir ki, devrimci güçlerin öncüsü olabilir. ‘Ulus çapında’ sözcüğünün çok derin bir anlamı vardır.” (100)

“İşçilerin legal toplantılarındaki liberal siyasetçilerin verdikleri söylevlerde, bütün uzlaşıcı ve ‘uyumluluğu savunan’ sözleri teşhir etmeliyiz.” (s.126)

ANA HALKA YA DA LENİN’İN DEVRİMCİ PARTİSİ

Bilinen bir sözü, “Bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim!” (s.139) diye uyarlayan Lenin, parti anlayışını beş maddede özetler: “İddia ediyorum ki: 1) sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2) hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları savaşıma kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte gereksinim o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini arkalarında sürüklemeleri daha da kolaylaşmış olur); 3) böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4) otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle savaşım sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5) harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır.” (s.136)

“Bilindiği gibi, savaşta her şeyden önemli olan şey, yalnızca kişinin kendi ordusuna, kendi öz gücüne güven kazandırması değildir, düşmanı ve bütün tarafsız unsurları bu güce inandırması da önemlidir; dostça tarafsızlık, bazı durumlarda başarının koşulu olabilir.” (s.142)

Günlük siyaset diline girmiş “ana halka” kavramını Lenin, Ne Yapmalı’da ilk kez şöyle formüle etmiş: “Her sorun ‘bir kısır döngüdür’, çünkü, bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkalardan meydana gelen sonsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tamamı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, belirli bir anda en önemli olan halkayı, onu elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok güvence veren halkayı bulmaktan ve ona olabildiğince sıkı bir biçimde sarılmaktan ibarettir.” (s.177)

Ne Yapmalı’da, Lenin’in, 1902 yılı Rusya’sında siyasal mücadele için iki ana halka bulduğunu söyleyebiliriz; bir, işçilere siyasal sınıf bilincini götürecek bir parti oluşturmak ve iki, hem bu partinin yaratılmasında işlevli hem de sınıf bilincini yaygınlaştıracak bir gazete örgütlemek. Tarihin kısa sürede doğruladığı bir kitaptan altı çizili satırlarda bu iki ana halkayı duyurabildim sanıyorum. Cumhuriyet Devrimi’nin 94., Ekim Devrimi’nin 100. Yılını kutlarken, yüreklerimizi dağlayan öfkeleri buluşturarak sele dönüştürecek bir parti ve yayın bizim de aradığımız ana halkalar değil mi?

1 V.İ. Lenin, Ne Yapmalı?, Çeviren: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, 2008, Ankara, s.37. Bundan sonraki aktarmalar parantez içinde sayfa numaraları belirtilerek yapılacaktır.