Ne çıkarsa çıksın…

Yazının başlığında “bir şey fark etmez” iması yoktur…

Gerçekten de, referandumdan çıkacak “Evet” ya da “Hayır” sonucunun ülkeye hiçbir farklılık getirmeyeceğini düşünmek için karamsarlığın da ötesinde her şeye havlu atmış olmak gerekir.

Böyle olsa bile, referandumun bir gün öncesine denk gelen bu yazıda “Hayır” sonucunun öneminden söz etmenin pek yararı olacağını sanmıyoruz. Bu yazıyı okuyacaklar zaten kararlıdır ve bir gün önce “Hayır” adına söylenecek fazla söz kalmamıştır.

Peki, referandumdan hangi sonuç çıkarsa çıksın değişmesi pek mümkün görünmeyen şeyler hiç mi yoktur?

Kuşkusuz vardır; ama bunlar bizim tarafa değil, bir bütün olarak karşımızdaki sisteme, düzene aittir ve oradaki dinamiklerle ilgilidir.

Örneğin, referandumdan “Hayır” çıkması durumunda, ülkedeki sermaye sınıfının olsun, uluslararası emperyalist odakların olsun bunu vesile sayıp Erdoğan’dan ve temsil ettiği siyasetten büsbütün kurtulma (“deliğe süpürme”) gibi bir niyeti olmayacaktır.

Neden olsun ki?

Sanki ülkedeki sermaye sınıfı eli yüzü bir parça düzgün, oyunun hiç olmazsa belirli kurallara göre oynandığı bir kapitalizm istiyor da Erdoğan ve siyaseti mi bunu engelliyor?

Sanki ABD’si, NATO’su, AB’si bölgeye ilişkin, çizgileri net çizilmiş, taşların yerli yerine oturtulduğu nihai bir plana sahip de Erdoğan’ın dış politikası mı buna taş koyuyor?

İşte, Erdoğan “Böyle bir sisteme ve ülkeye benim gibi liderler yakışır” dese hiç de haksız sayılmaz. “Âlem buysa kral benim” dese de…

Kendi siyaset tarzına ihtiyaç duyulduğunu ve duyulacağını bilmektedir.

***

Şimdi, işin daha ciddi yanına gelelim.

Özellikle günümüz kapitalizminin, üretim, ticaret, dolaşım, teknoloji ve benzeri “teknik” alanlar dışında siyasal, ideolojik ve kültürel yapılanma, bu yapılanmanın sürekliliğini sağlama söz konusu olduğunda kendi kolektif “aklına”, “rasyonalitesine”, “kırmızı çizgilerine” vb. sahip olduğu sanılmamalıdır.

Şöyle de söyleyebiliriz: Doğrudan doğruya maddi üretimin ve yeniden üretimin gerekliliklerini karşılayan düzenlemeler dışında, kapitalizmin üstyapılar alanındaki “kolektif aklından” söz edilebilecek dönemler hep sistemin kendini tehdit altında hissettiği ve kendine buna göre çekidüzen verme gereğini duyduğu dönemler olmuştur.

Ama içeride zorlayıcı, güçlü bir sınıf hareketi, ama karşısında dikilen bir sosyalist sistem…

Eğer bunlar yoksa ya da henüz çok zayıf kalıyorsa, dünyada olsun tekil ülkelerde olsun sisteme bu dediğimiz alanlarda “kolektif akıl” yakıştırılmasına kuşkuyla bakılmalıdır.

Gelgelelim, sermaye sınıfının organik aydınlarının Türkiye’ye ilişkin tasavvur ve modellerini, bu sınıfın “kolektif”, fiilen gerçekleştirmek istediği/gerçekleştirebileceği kurgular sananlar vardır.

Bu da bizi kritik bir başka tartışmaya götürmektedir.

***

“Referandumdan ne çıkarsa ne olur?” sorusu da bu kritik tartışmayla ilgilidir.

Önce, referandum olayından bağımsız, iki temel yaklaşım üzerinde duralım: 1) Burjuva/düzen siyaseti, uyum ve denge gözeten ilkeler temelinde önsel olarak kurulu modeller çerçevesinde, bunların çizdiği sınırlar içinde gelişen süreçlerden oluşur. 2) Burjuva/düzen siyaseti, kendi çelişik iç unsurlarıyla sürecin her uğrağında yeni durumlar ortaya çıkarır; her yeni durum kendi içinde çatallaşır, yeni yönlere, yollara işaret eder ve süreç böyle ilerler.

Biz, yukarıdakilerden ikinci yaklaşımın Türkiye dâhil günümüz kapitalizminin bir sistem olarak tümü için geçerli olduğunu düşünüyoruz. İlkinin burjuva siyasetinin ancak kimi özel ve geçici dönemlerini tanımlayabileceği, ikincisinin ise hepsini örten bir başatlık taşıdığı kanısındayız.

O zaman özetleyelim:

Türkiye’de düzenin, referandumdan çıkacak şu ya da bu sonuca göre hazırladığı, kendi başat aktörleri tarafından ortaklaşa onaylanmış ve benimsenmiş herhangi bir modeli, “senaryosu” falan yoktur.

O da “bakacaktır.”

Biz de kendi aklımızı üst akıl olarak karşı tarafa izafe edip kendimizi şu ya da bu senaryoyla sınırlamak yerine duruma “şöyle bir bakıp” yolumuzu ona göre çizsek iyi ederiz.