Önce şu sözleri dikkatlice okuyalım:
“Naziler Auschwitz’in ortasında keyifle Beethoven dinleyebiliyorlardı, buna karşın Lenin aynı Alman besteciyi komünist terör devam ederken dinlemekte zorlandı, siyasi muhaliflerin ürkütücü bir şekilde bastırılmasıyla uğraşırken Beethoven dinlemenin onu yumuşatacağına inandı (…) Lenin için Beethoven’in müziği aklı, yani Aydınlanma’nın mirasını temsil etmişti. Bu, Lenin’in, bir insanın akla karşı hareket ederken aklın sesini dinleyemeyeceğini kabul ettiğini gösterdi.” (Federico Finchelstein, Faşizmden Popülizme, çeviren: Ali Karatay, İletişim Yayıncılık 2019, s. 75)
***
Bildiğimiz kadarıyla, yukarıdaki değerlendirmenin Lenin’in müzik zevkine ilişkin yanıyla ilgili kaynak Maksim Gorki’nin 1924 yılında yazdığı bir yazıdır. Burada anlatıldığına göre, bir Moskova gecesinde piyanist Isai Dobrowein Beethoven’in sonatlarını çalarken dinleyicileri arasında Lenin de vardır. Bir ara şöyle der:
“Appassionata’dan daha iyisini bilmiyorum ve bunu her gün dinleyebilirim. Ne kadar şaşırtıcı, insanüstü bir müzik! İnsanların böyle mucizeler yaratabileceğini düşünmek, belki naifçe, ama beni hep gururlandırıyor.”
Ardından, gözlerini kısar ve hüzünlü bir gülümsemeyle ekler:
“Ne var ki çok sık müzik dinleyemiyorum, sinirlerimi etkiliyor. Tatlı, ama boş sözler söyleyip pis bir cehennemde yaşadıkları halde böyle güzellikler yaratabilen insanların kafalarını okşamak isterim. Ama bugünlerde bunu yapamazsınız, elinizi ısırabilirler. İdeal olarak halka şiddet yöneltmeye karşıyız, ama bugün kafalara acımasızca vurmak gerekiyor.”1
***
Bir kere, yer Moskova’dır. Sonra, Lenin “siyasi muhaliflerin bastırılmasıyla” uğraştığına ve piyanist Dobrowein de Rusya’yı 1922 yılında terk ettiğine göre o Moskova gecesi yaşanırken Rusya’da İç Savaş (1918-1922) sürmektedir.
Kısacası, Naziler kurbanlarını topladıkları bir kampın, Lenin ve Bolşevikler ise kıyasıya süren bir iç savaşın ortasındadır. Şimdi soralım:
1- Her şeyden önce, Lenin’i insanlık adına gururlandıran sanatçı bir Alman’dır; Auschwitz’in ortasında toplanan Naziler kendilerince “Ari ırktan” olmayan herhangi bir kişiyle hiç gurur duymuş mudur?
2- Rusya’daki iç savaşta Kızıl Ordu 1 milyon kayıp vermiştir; Naziler Yahudilere soykırım uygularken kaç ölü vermiştir? Bir “iç savaş” yaşamış mıdır?
3- Bolşeviklerin karşısında, kendi ülkelerinden çok sayıda generalin komuta ettiği ordular vardı; Naziler Almanya’daki hangi Yahudi generallere ve ordulara karşı savaş vermiştir?
4- Kolçak’tan Denikin’e, Kornilov’dan Wrangel’e Beyaz Ordu komutanları Bolşeviklerin “siyasi muhalifleri” midir?
5- 1917’den sonra Rusya’ya on bir (rakamla 11) yabancı ülke Bolşevik karşıtı askeri müdahalede bulunmuştur; Naziler 1945’e kadar hava saldırıları hariç kendi topraklarında hangi yabancı ülkelerin askeri müdahalesine maruz kalmıştır?
6- Terörse, tek taraflı değildir; Rusya’da “kızıl terörün” karşısında “beyaz terör” vardı; Naziler Auschwitz’te toplanıp Beethoven dinlemeden önce karşılarında hangi terörü bulmuşlardı?
Bir rejimin kendi ülkesindeki sıradan yurttaşları sırf etnik-dinsel kimlikleri nedeniyle topyekûn tasfiyeye yönelmesi kuşkusuz “akla karşıdır”; arada Beethoven dinlense de öyledir… Buna karşılık bir rejimin kendisinin başlatmadığı bir iç savaşta karşı tarafı ezmeye çalışmasının “akla karşı olma” ya da “aklın sesini dinleme” referanslarıyla ele alınması saçmadır.
Arada Beethoven dinlense de dinlenmese de…
***
Bunlar son derece yalın gerçeklerdir, ama…
Ama kimi akademisyenlerde, bulduklarına inandıkları, kendilerine “teorik açıdan” çok çarpıcı gelen bir bağlantının ya da paralelliğin sihrine kapılarak en soyuta âşık olma, bu arada somut tarihsel gerçekleri sadece teferruat sayıp âşık olunan soyuta kurban etme gibi bir eğilim vardır.
Finchelstein de bu kategoride olsa gerek…
Bakın, konuya ne kadar “ince”, “anlayışlı” ve “bilimsel” yaklaşıyoruz değil mi?
Yoksa “Adam düpedüz kaba bir anti-komünist” deyip işin içinden çıkabilirdik de…
1 https://www.marxists.org/archive/gorky-maxim/1924/01/x01.html