NATO zirvesinden İzmir cinayetine…

Türkiye’deki güncel siyasal durumu, geçtiğimiz bir iki haftanın önemli denebilecek gelişmeleri ışığında değerlendirmeye çalışalım mı?   

Yukarıdaki cümlenin bir soru olması tesadüf değildir. Çünkü Türkiye, böyle bir çabanın karşısına “Boşuna uğraşma” tavsiyesiyle çıkılabilecek bir noktaya gelmiştir. Gerçekten de yakın dönemin önemli gelişmelerinin hepsinin birlikte belirli bir yörüngeye, plana işaret ettiğini, gene hepsinin birlikte belirli bir bütünlüğe oturduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Türkiye’de bu dağınıklığın normalin ötesine taşmasının nedeni aşağı yukarı bellidir: Bugünkü rejim işleri tamamen oluruna bırakmış olmasa bile izleyeceği en kalın çizgi konusunda netliğe sahip değildir; süreci sondajlarla, yoklamalarla, sınama-yanılmalarla götürmektedir. Karşısındaki muhalefet ise rejimi net bir tercih yapmaya, daha sadeleşmiş bir çizgi izlemeye zorlayacak etkililikte görünmemektedir.

***

Sıralayalım: Sedat Peker videolarının seyri, sürekliliği ve kesintisi… Son NATO zirvesinde ortaya çıkan durum, alınan ve verilen mesajlar… TÜSİAD’ın son açıklaması… Balyoz davasındaki beraat kararını bozan Yargıtay kararı… Ve nihayet kapatma davasının yeniden alevlenmesiyle birlikte HDP’nin İzmir örgütüne yönelik saldırı ve burada işlenen cinayet…

Başta söylediğimize dönersek, bu olguların her birinden hareketle akla yakın birtakım çıkarsamalar yapılabilir. Sözgelimi, NATO zirvesindeki durumlarla Balyoz davasındaki gelişme arasında bir tür “bağlantı” kurulması çok da zorlama olmaz. Keza, Sedat Peker vidolarının ortaya koyduğu hukuk dışılık ve kuralsızlık örnekleri, TÜSİAD açıklamasındaki kimi vurgulara esin kaynağı olmuş da olabilir.  Ama, bu kadardır; mümkün görünmeyen, her birini bir yapbozun parçaları gibi tek bir bütüne yerleştirmektir.

O zaman hiçbir şey demeyelim mi?

***

Bir şeyler diyeceksek, bunun için önce belirli bir uğrakta (dikkat edilirse “dönem” değil uğrak diyoruz) ortaya çıkan tüm gelişmelerin ve durumların mutlaka bir bütünlüğe oturması gerektiği düşüncesinden vazgeçeceğiz. Bu vazgeçiş insanı genel değerlendirme yapma açısından aciz kılmayacağı gibi birtakım yararları da olabilir.

Böyle devam edersek, bize göre örneklenen olaylar ve gelişmeler arasında özel olarak dikkat edilmesi gerekenler, NATO zirvesi “okumaları” ile HDP’ye yönelik son kanlı saldırıdır.

Bize göre söz konusu zirvede Türkiye, ABD ve Biden “özelinde” batıya ve elbette NATO’ya sıcak mesajlar vermiştir. Burada, kesin ve net bir rota değişikliğinden çok bir “tamir” niyetinden, yeniden yakınlaşma çabasından söz ediyoruz (“ABD ile aramızda çözülemeyecek hiçbir sorun yok.”) Bu çerçevede şu meşhur “Avrasyacılık” tam rafa kalkmamış olsa bile daha ötelere itilmiştir. Kim bilir, belki Balyoz davası gelişmesi de bununla ilişkilidir?

***

Ancak, böyle ise ortada gene bir sorun vardır ve bu sorunun önemli bir boyutu da “Kürt meselesiyle” ilgilidir.

Rejim, ABD başta olmak üzere batıya yakınlaşmak, NATO’dan misyonlar kapmak, tam olmasa bile 1950’lerin soğuk savaşını akla getiren gelişmelerde büyük aktörlerden rol çalmak istiyorsa, bütün bunları Kürtlere ve Kürt siyasetine karşı “en şahin” tutumu benimseyerek yapması bugünün dünyasında çok güçtür.

Başka bir deyişle, bahaneye, mazerete ihtiyacı vardır. Gerek parti kapatma davasında gerekse başka bağlamlarda bunu sağlamanın bir yolu Kürt tarafını provoke etmek, ortalığı böyle karıştırmak, sonra da çıkıp “Bakın görüyorsunuz” demek olabilir…

Biraz “basit” bir açıklama olduğunun farkındayız…

Daha sofistikesi aranıyorsa rejimin küçük ortağının sıralanan gelişmelerden ikisine yönelik tutumuna bakılabilir.

Birincisi: Devlet Bahçeli’nin NATO zirvesine ilişkin yorumları “uyarıcı” tonlar taşımaktadır. İkincisi: Gene Bahçeli’nin İzmir’deki cinayete ilişkin açıklaması, katilin “ülkücü” kimliğine ilişkin atıflardan duyulan rahatsızlığın ağırlığını taşımaktadır.

İşler burada biraz daha karışıyor.

Gerisini de siz düşünün…