Müslüman kadın kimliğinden transaktivizme kesişimsellik: Özne ve politika

Politikanın bohçası o kadar çok şişti ki artık adıyla önümüzdeki bir postmateryalizmdi. “Ekonomik olanı”, maddi olanı çağrıştıran her şey ilkellik olarak görüldü. Kimlik siyasetleri tam da bu zemine doğdu.

Son yazımızda “kesişimselliğin” bir tür “grand teori” olarak yükselişinden bahsetmiştik. Öyle ki kimilerine göre “bugün sol görüşlü hemen herkes kendini ‘kesişimselci’ olarak adlandırmaktadır.”(1)

İşin aslı şu ki “kesişimselliğin çekim evreninde” ciddi bir kaos vardır.

Seküler, Türk ve “beyaz” feminizme karşı kendini duyurmak isteyen ezilen “Müslüman kadın” kimliği buradadır örneğin. En azından, islamofobik bir feminizm tehlikesini Türkiye’ye(!) duyurmak isteyenleri, çeviri metinler yayınlamaya doyamamalarından anlıyoruz.(2)  Dahası bu “beyaz” ve Batılı feminizmin postkolonyal kurtarıcı kibriyle, “ilericilikle” yok saydığı etnik kimlikler mevcuttur. Bunlar adına konuşanlar da “kesişimsellik” demektedir. (3)

Derdi olan herkes, makul ya da makbul bir muktedir tanımıyla kesişimsellik evreninde yer alabilir. Örneğin kesişimsellik bize, kadınların ezilmişliğinden bahsedenlerin trans kimlikleri bastırmakla ya da yok saymakla mimlenecebilecekleri bir bağlam da sunar. “Beyaz” ya da değil feminizm, hemen burada “cis” ayrıcalıkları için günah çıkarmalıdır.(4)

Tozun dumana karıştığı bu ortamda kuşkusuz birileri de “yalnızca kadınlardan” bahsetmenin tuzu kuru ve burjuva bir şey olabileceğini söyleyerek solcuları “sinyallemeye” gayret etmiştir: “Biz yüzde 99’uz; tüm tahakküm biçimleri, sermaye ile işçi sınıfı arasında olanla aynıdır, tüm ezilmelerde ve tüm horlanmalarda ‘sınıf’ vardır”.

Bu yazının yazılma gerekçesi ise tam olarak burada düğümlenmektedir. Kesişimsellik evreninde –Türkiye’de özellikle son beş yıldır- çeşitli çeviri metin savaşlarıyla, çeşitli sosyal medya taarruzlarıyla yürütülen tartışmalar, belki de ilk kez bu ölçüde sınanabileceği bir ortama kavuşmuştur.  Mevcut sınıf hareketliliği içinde kadınların öne çıkışı –son yazımızda değindiğimiz özellikle Alpin Çorap, Farplas vb- göz önüne alınırsa özellikle böyledir. Zira “en büyük numarası” sınıf dahil tüm toplumsallığı seferber etmek, kesişimi yakalamak olan bir perspektifin gerçekle bağlantısı burada kurulabilir. Tabii geçmiş yıllarda dünyadaki “kadın grevine” Türkiye’den verilen sembol düzeyindeki desteği saymazsak. (5)

O halde soru anlamlıdır: Kesişimselliğin öznesi kimdir? Herkesi kapsadığını iddia eden, farkları davet eden bu yaklaşım acaba öznelikleri çoğaltıyor mu, yoksa onları hizaya çekip, potansiyel güçlerinden feragat mi ettiriyor? Bağlantılı olarak, çok katmanlı sömürü ve ezilmeleri kapsamak adına çıkılan yollarda, bu kez temel baskı ve sömürü mekanizmaları unutuluyor mu?

POSTMODERN ÖZNE “FARKLA” DOĞAR

Kesişimselliğin öznesi, en çok da postmodernizmin öznesini hatırlatır. O da tıpkı postmodernizmin öznesi gibi “fark” ile belirmiştir. Özne, gücünü farklı olmaktan alır. Farklılık, iktidarın “bire” indirgeme, tekleştirme mantığı karşısında “güç” demektir.(6)

Yüzeysel bir bakışla bu yaklaşımın özneliği çoğalttığı varsayılabilir. Oysaki bu yaklaşım, “farkın” neden ve nasıl belirleyen olacağını, sistemi kurma ve yıkma dinamiğinin neresine yerleşeceğini, özneliğini nasıl gerçekleştirebileceğini açıklamaz. “Fark” her şey olabilir; din, uyruk, engellilik, cinsel yönelim, dilsel pratik, cinsiyet ve hatta sınıf. Bu rastgele farkların kurucu ve yıkıcı potansiyelleri, siyasete el koyabilmeleri yetileri ise bir muammadır. Dolayısıyla kendini “fark” ile ortaya koyan “özne”, kapasitesinden, gücünden, bedeninden bağımsızlaşmış gibidir.

Kesişimselliğin evreninde “farkındalık ve tanınma siyasetlerinin”, “X’ler vardır!” ve “Y’ler de vardır!” yaklaşımlarının sorunu da buradadır. “Kabul edilmek”, var sayılmak, farkını belirgin kılmak, bunu dışavurmak, “salt kendini temsil eden bir pratik” olarak ortaya çıkmak, burada her şey olmuştur.

Kesişimsellik bir strateji olarak belirdiğinde yani tüm “farkların” yan yana gelişi olarak belirdiğinde karşımıza “öznelik” anlamında bu kez başka bir tartışma çıkmaktadır. Güçlerimizi birleştirebilir ve sisteme meydan okuyabiliriz. Peki ya farklarımız bu “güç” içinde erirse?

Nitekim “farkın” güç olmak üzere başkalaşması sanıldığı kadar kolay değildir. Bu nedenle kesişimsellik savunucuları “huzursuz bir feminizmden” bahseder. Ancak konu “huzur meselesi” değildir.

Kuzeydeki örneklerden hareketle, siyah kadının, siyah erkekten gelen şiddete karşı “beyazdan gelene” olduğu kadar tepkili olmaması bunun bir örneğidir. (7) Kesişimsellik evrenine ırkçılık karşıtlığı olarak gelen şey, pratikte “siyah ve kadın” kimliğinde siyahın belirleyici olarak öne çıkabildiğini göstermektedir. Oysaki ezilen ırk ataerkiden bağımsız değil. Benzer şekilde Kürt kadın kimliği de “farkındalık ve tanınma” ekseninde kurulabilir ve burada hangisinin öne çıkacağı, icabında “ezilen ulusun ataerkisinin” bile unutulabileceği çeşitli tartışmalarda görülmektedir.

Yakın zamanda Oya Ersoy’un İslamcı gericiliği hedef alan sözleri Aktrollerden önce müzakereci mütedeyyinlerin saldırısına uğramıştır, zira Müslüman kimliği çoktan bir ezilen kimlik olarak kesişimsel sulara salınmıştır. 

Kesişmenin birbirinin yolunu kesmeye döndüğü yer de burasıdır. Peki tüm bunları siyasetle çözmek mümkün mü?

KESİŞİMSELCİNİN “KİŞİSEL GELİŞİMCİYE” DÖNÜŞMESİ

Tartışmasız hepimiz biliyoruz ki her şey siyasaldır, “özel olan politiktir”, tüm sınıf mücadeleleri bizatihi siyasaldır vs. Ancak burada şerh düşmek istediğimiz başka bir ayrım da var. Günümüzün entelektüel politik koşullarına denebilirse bir dip akıntı olarak sürüklenerek gelmiş “her şey politiktir” fikrinden bahsediyoruz. Bu dip akıntı önemli ölçüde 1960’lı yılların dünyasında oluştu. Haklı ya da değil, kimileri daha fazla “ekonomik indirgemecilik” lekesini taşımamak için kimileri “özelde olanın dokunulmazlığını sorgulamak” için bu fikre meyletti. Başlangıçtaki niyetler bir tarafa o gün bugündür, “politikanın” bohçası şişti de şişti.

Yakın ilişkilerdeki duygusal manipülasyon ile yasa maddeleri, parti programları ile tüketim davranışları, yaya trafiğinin düzenlenme biçimi ile Nasrettin hoca fıkraları, yatağımızda olanla kent meydanında olan aynı siyaset bohçasının içine tıkıştırıldı.

Politikanın bohçası o kadar çok şişti ki artık adıyla önümüzdeki bir postmateryalizmdi. “Ekonomik olanı”, maddi olanı çağrıştıran her şey ilkellik olarak görüldü. Kimlik siyasetleri tam da bu zemine doğdu. Materyalizmin unutuluşu yalnızca sol-sosyalist hareketin değil, dünya çapında feminizmin post ön ekli yeni dalgalarının da tutunduğu biricik eksen haline geldi.

Materyalizmin unutuluşu, kadın hareketinin konularını da kendi öz gücünden, üretim ve yeniden üretimdeki “cinsiyetli çatışmalardan” uzaklaştırdı. Yine bedenin maddeselliğinin bile, biyolojik cinsiyetin, kromozomların, evrimin bile sorgulanır hale gelmesi aynı postmateryalizmin güncel varyantları olarak ele alınabilir. Kesişimselliğin “farklar” cangılı için muazzam ortam böyle oluştu.

Farkındalık siyasetlerinin, “salt kendini temsille oluşturulan” performatifliğin, pedagojik pratiklerin, her gün bir yenisine tanık olduğumuz duyarlılık aktivizmlerinin koşulları böyle oluştu. (8)

Kimi yorumlarda daha ilerisi de vardır: Kesişimselcinin “kişisel gelişimciye” dönüşmesi.

Abarttığımızı düşünenler olabilir. Ama kimileri için kesişimsellik empati, özdüşünüm, hatayı kabul etme, kendi ayrıcalıklarını sorgulama, “kendi bakışını merkeze almama”, mükemmelliyetçi olmama, eleştiriyi kişisel algılamama, davranışları düzeltme gibi büyük stratejik adımlara dayanmaktadır (!).

“(…) kendi ayrıcalıklarımızı araştırmak, kesişimselliğin temelidir… Kendiniz veya ayrıcalıklı insanlar çevresinde yoğunlaştırmaktan kaçınmak için çaba gösterin. Hata yapmaya razı olun… Feminizmde mükemmeliyetçiliğe yer yokturBu süreç; anlaması zor olan şeyleri anlamak, sizin gibi olmayan insanlarla empati kurmak, başkalarının sesini çalmak yerine bir adım geri çekilmek ve kendinizi daha üst bir sorumluluğa açmayı içerir… Eleştirileri kişisel algılamak ya da savunmaya geçmek yerine, eleştirilerin gerçekte siz veya insan olarak değerinizle bir ilgisi olmadığını fark edin. İyi niyetli ve çok nazik bir insan olup yine de tahakküm yapılarını muhafaza eden hareketlerde bulunabilirsiniz. Bu yüzden, itibarınızı korumak ya da kendinizi sistematik tahakkümden muaf tutmak yerine davranışlarınızı düzeltmeye odaklanın.”(9)

Belli ki potansiyel güçler “iç dünyalarda”, ertelenmemesi gereken muhasebelerdedir(!)

 

Kaynaklar

1-https://catlakzemin.com/kesisimsel-ve-evrenselci-bir-feminizm-icin/

2-https://catlakzemin.com/beyaz-feminizm-ve-oteki-feminizmler/

https://www.5harfliler.com/gezinin-basortulu-kadinlarla-imtihani-veya-turkiyede-beyaz-feminizme-bir-bakis/

3-https://www.ozgurpolitika.com/haberi-postkolonyal-feminizme-kisa-bir-bakis-156982/

4- Wikipedide şu şekilde tanımlanmıştır:

“Cis (kimi zaman cisseksüel), doğumda atanan cinsiyeti ile cinsiyet kimliği eşleşen kişileri ifade eder. Mesela, biri kendisini kadın olarak tanımlıyorsa ve doğumda da kadın olarak atanmışsa ciskadındır. Bu terim transın zıttıdır.”

Dolayısıyla bu kavram trans merkez alınarak (translar ve trans olmayanlar düalitesi içinde) türetilmiştir.

5-Bu konuda eleştirel bir perspektif için bkz.

https://teoriveeylem.net/tr/2019/02/8-martta-feminist-kadin-grevine-esastan-itirazlar/

6-Arif Koşar, Negri, Sınıf ve Çokluk, Postmodern Özne Arayışının Eleştirisi, Kor Yayınları (2017), s. 189

7- https://sendika.org/2022/02/feminizm-dayanisma-ittifak-kesisimsellik-hulya-osmanagaoglu-yeni-yasam-kadin-eki-645381/

8- Can Soyer, Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, Yordam Kitap (2020), s.276

9- https://kaosgl.org/haber/feminizmimiz-neden-kesisimsel-olmali