Konuya Trabzonspor bağlantılı bir olayla gireceğiz; ama konumuz futbol olmayacak.
Olay şu: Trabzonlu bir muhabir, Trabzonspor’un transfer ettiği Yunan futbolcu Bakasetas’a bir basın toplantısı sırasında “Maç öncesi marşımız okunurken Türk bayrağına dönük durunca ne hissediyorsun” sorusunu yöneltiyor. Acemi muhabirin bu münasebetsiz sorusu elbette tepki uyandırıyor. Soruya tepki gösterip kınama açıklaması yapanlar arasında Trabzonspor yönetimi de yer alıyor.
İlginç olan husus ise sorulan sorunun Trabzonspor yönetiminin yanı sıra solcular dahil herkes tarafından “ırkçı” olanak nitelenmesi…
Muhabirin böyle münasebetsiz bir soru için kimler tarafından yönlendirildiğine ilişkin ayrıntılara hiç girmeyip meselenin özüne bakacağız:
Sorulan sorunun ırkçılıkla alakası yoktur; doğrudan doğruya hamhalat milliyetçi bir sorudur.
***
Belirli bir ideolojinin toplumdaki hegemonyasının önemli göstergelerinden biri, aslında o ideolojiyi benimsemeyen insanları bile “kaçak güreşmeye” zorlamasıdır. Milliyetçi temalar ve motifler toplumda o kadar tutmuş ve benimsenmiştir ki insanlar düpedüz milliyetçi söylemlere açıkça karşı çıkamaz hale gelirler; bu söylemleri, dünya ölçeğinde kınanan farklı bir kategoriye havale edip karşıtlıklarını öyle göstermeye çalışırlar.
Kısacası, mantık şöyle işler: Bakasetas’a sorulan münasebetsiz soruya “milliyetçilik” desek herkes “Elhamdülillah hepimiz milliyetçiyiz” diyecektir; o zaman “ırkçı” diyelim olsun bitsin…
Zaten ırkçılık UEFA tarafından da şiddetle kınanmıyor mu?
Yakın zamanlarda Avrupa’da oynanan bir maçta Başakşehir futbolcusu Demba Ba’ya yönelik ırkçı “adlandırma” büyük tepkilere yol açmadı mı?
Toparlayalım:
Bir, 7-8 yıl önce örneğin Akhisar’da Teofanis Gekas’a sorulmayan soru bugün Trabzon’da vatandaşı Anastasios Bakasetas’a sorulabiliyorsa ve iki, insanlar “milliyetçilik” denilen kategoriyi karşılarına almaktan bu kadar çekiniyorsa, belirli bir ideoloji toplumda egemen konuma gelmiş demektir.
***
Bunları söyledikten sonra hemen ekleyelim: Irkçılıkla milliyetçilik arasında hiç kuşkusuz önemli bağlar ve geçişkenlikler vardır; ancak ikisi bir ve aynı şey değildir. Örneğin ırkçılıkta dışlayıcılık öğesi baskındır; buna karşılık milliyetçilik özellikle belirli bir ulus devlet sınırları içinde her zaman bir kapsayıcılık iddiası taşımıştır. İkincisi, ırkçılık tarihsel süreçlerde aynı özü aşağı yukarı hep korumuştur; milliyetçilikte ise “kapsayıcılık iddiası” toplumdaki çelişkilere ve sınıf mücadelelerinin akışına göre farklılık gösterebilir.
Sol açısından kritik nokta, tarihsel olarak bakıldığında liberalizm, muhafazakarlık ve sosyalizm gibi 19. yüzyılda oluşan “modern” ideolojilerle bir şekilde eklemlenebilen milliyetçiliğin bugün hangi noktada olduğunun netlikle görülmesidir.
Bizce, zamanında modernleşme süreçlerinin bir parçası olarak ulus devlet kuruluşunda, geri kalmış ülkelerin kalkınma hamlelerinde ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelelerinde belirli bir rol oynamış olan milliyetçilik, günümüz kapitalist sisteminde “ileri” denebilecek özelliklerini tümüyle yitirmiş görünmektedir.
Öyle ki bir dönem milliyetçiliğe göre çok daha masum saydığımız, başlı başına bir ideoloji olmaktan çok ideolojik bir motif olarak tanımladığımız yurtseverlik bile günümüz dünyasında giderek milliyetçiliğe doğru evrilmekte, onunla eklemlenmektedir.
Milliyetçiliğin kendisi ise, “anti-emperyalizm” ve “bağımsızlık” gibi eski ilişkilenmelerinden büsbütün koparak ırkçı ve faşizan ağırlıklar kazanmaktadır.
Yaşanmakta olan süreçte, sosyalist ideolojinin ve mücadelenin “tersine çevirmesinin” artık mümkün olmadığı bir noktaya gelindiği kanısındayız.