Muhalefet, sınıf ve hareket

Aşağıda okuyacaklarınız, yakınlarda bir arkadaşla yaptığımız sohbetten çıkardığımız sonuçlardır.

Önce bir konuda netlik gerekiyor: “Teorik çalışma” denebilecek bir alan var mıdır? Bu alanda çalışmak gerçekten gerekli midir?

Başka bir deyişle, Türkiye’nin çok kritik bir dönemden geçtiğini söylüyoruz; önümüzde bir referandum var ve bu referandum sonucunda Türkiye şöyle ya da böyle yeni bir döneme girecek.

Böyle bir ortamda teori?

Teorik çalışma?

Tarih, bize teorik çalışmanın “sırası”, “yeri” ve “zamanı” diye bir şeyden söz edilemeyeceğini gösteriyor. Gerçi “kurucu baba” sayılır, ama Marx’ın Avrupa’da sınıf mücadeleleri sürerken baş eseri için “kapandığını”, büyük bir titizlikle yıllarca emek verdiğini biliyoruz. Lenin “Ampriokritizm” üzerinde ülkesinde gericilik dönemi yaşanırken 1908’de çalışmış, Hegel-Marx ilişkisi için “kapandığı” Felsefe Defterleri ise Birinci Dünya Savaşı öncesine denk gelmiştir. Mao kimi önemli teorik yazılarını ülkesi Japon istilası altındayken kaleme almıştır.

Demek ki “olur”, “oluyor”…

Tamam ama Türkiye solunun teorik çalışma alanında pek verimli sayılamayacağını da kabul etmek zorundayız. Özellikle solun yükseldiği, görece geniş kesimlerle buluşup toplumsallaşabildiği dönemlere teorik çalışma alanında kısırlığın eşlik ettiğini de ekleyelim.

Bu durumda, “bizde böyle gelmiş böyle gider” deyip teorik çalışma alanına büsbütün boş mu vereceğiz, yoksa her şeye rağmen, en “sıcak” dönemlerde bile bu alana da yüklenecek miyiz?

Eğen ikincisini yapacaksak, yola çıkacağımız birtakım noktalar olmalıdır.

***

Bizce, eğer sosyalizm diye bir davamız varsa yola çıkacağımız temel nokta, yükselme ve gerileme dönemleri yaşasa bile varlığını mutlaka sürdürecek olan kitlesel hoşnutsuzluklar ve tepkilerle sınıf ve sosyalizm arasındaki bağların nasıl kurulabileceğidir.

Burada önemli bir ayrıma gitmek durumundayız.

Türkiye’de, sınıf hareketinin kendi varlığı ve dinamikleriyle daha geniş ve genel anlamda toplumsal muhalefeti sürüklediği dönemler yaşanmıştır. 60’lı yılların 12 Mart 1971’e uzanan son bölümü ile 1970’lerin ikinci yarısı böyledir. 1989 bahar eylemleri ile daha sonraki Zonguldak işçi direnişi de net sınıf karakterlidir; ancak bu sınıf karakterinin kendi dönemlerinde toplumsal muhalefete de yansıyıp yeterince sürükleyici ve ileriye taşıyıcı olabildiğini söylemek güçtür.  

En azından tartışmalıdır.

Bugün ise sınıf hareketinden söz edemeyeceğimiz bir dönem yaşıyoruz.

Soru ise şudur: Gün gelip yeniden sahneye çıkacak sınıf hareketi örneğin 70’lerin ikinci yarısında olduğu gibi toplumsal muhalefete damgasını vurup onu sürükleyen motor mu olacak, yoksa sınıf hareketinin kendisi bir ölçüde “şekilsiz” de olsa yükselen ve yayılan toplumsal muhalefet tarafından mı tetiklenecek?

Bu soruya net bir yanıt verilmesi mümkün görünmemektedir. Ne var ki, “sınıf hareketi hele bir ortaya çıksın” diye beklenemeyeceğine göre, yapılması gereken, bugünkü birikmiş tepki ve hoşnutsuzlukları gerçek bir toplumsal muhalefete dönüştürecek müdahalelerde bulunulması, bunun için çalışılmasıdır.

Bir görev daha: Toplumsal muhalefet dinamiklerine elden geldiğince sınıf karakteri kazandırılması… 

O halde bugün için bakıldığında, sınıf hareketinin daha geniş ve genel bir toplumsal muhalefetletetikleneceğini söylemekte sakınca yoktur.

Peki, toplumsal muhalefeti, kazandırılması gereken sınıf karakterinden önce tanımlayacak, onu odaklayacak, yoğunlaştıracak özel bir temadan söz edebilir miyiz?

İş, ekmek, aş elbette olacak, ancak bize göre “kucaklayıcı ana tema” olmaya en yakın ve yatkın görünen, Türkiye’de dinci özelliklerinin baskın çıkacağını herkesin kabul ettiği faşizan-faşist yönelimlere karşı laiklik ve özgürlüktür…

Cumhuriyetçilik, aydınlanmacılık, yurttaşlık; ardından eşitlik, adalet, hakkaniyet vb. ne derseniz deyin bu ana gövdenin dalları olarak işlenebilecektir.

Sınıfın, sınıf mücadelesinin ve ardından şekillenecek bir sınıf hareketinin bu ana temayı sahiplenmesi ise Türkiye’de sosyalizmin yolunun açılması anlamına gelecektir. 

Bu arada, dinci-faşizan ideolojinin ve siyasetin, AKP buharlaşıp uçsa bile ülkenin ve sol hareketin gündeminden hiç düşmeyeceğini de unutmayalım.