Moore ve Egoyan'ın yeni filmleri

Geçen yılın Mart ayından bu yana her Cuma gecesi olduğu gibi geçen Cuma gecesi de bu köşe için yazımı yazmaya oturmaya hazırlanırken gelmeye başlayan askeri darbe haberlerini takip ederken İleri Haber’e haftalık yazımı ilk kez yazamamıştım. Bu yüzden, bu haftanın öne çıkan filmine dair eleştirime geçmeden önce geçen haftadan baki bir filme kısaca da olsa değinmek istiyorum, ne de olsa geçen hafta Michael Moore gibi es geçilemeyecek bir sinemacının yeni filmi sözkonusuydu. Şimdi Nereyi İşgal Edelim? (Where to Invade Next, 2015); Moore’un mizahi bir anlatımla gerçekleştirdiği eleştirel belgesellerinin son halkası. Moore bu kez Avrupa’daki sosyal refah devleti uygulamalarını tanıtarak ABD’deki içler acısı durumla kıyaslamalar yapıyor. Bu uğurda Avrupa’ya fazlaca güzelleme yaptığının kendisinin de farkında olduğunu ise laf arasında bir yerde “biz burada güzel çiçekleri gösteriyoruz, yaban otlarını değil” diyerek belli ediyor. Avrupa’daki işçi haklarının, işçi sınıfının zorlu mücadeleleri sonucu sağlanmış olduğunu bir sendikacıyla yaptığı söyleşi üzerinden vurgulayarak perdeye getirmesi dikkate değer olsa da Şimdi Nereyi İşgal Edelim?’de içimize sinmeyen bazı başka vurgular da var. Ancak taşıdığı perspektiflerine itirazımız ne olursa olsun, Şimdi Nereyi İşgal Edelim? mizahi bir dilin damgasını vurduğu sosyo-politik taşlamanın belgesel formatını nasıl zenginleştirdiğinin ders alınacak bir örneği.

Hatırla

Bir otobüs kazasında çocuklarını yitiren ailelerin öyküsünü perdeye getiren Başka Bir Dünya (The Sweet Hereafter, 1997) gibi filmleriyle 1990’larda dünya sinemasının önde gelen isimleri arasında sayılmaya başlanan Kanadalı yönetmen Atom Egoyan 2000’li yıllarda ise anaakım popüler anlatım kalıplarına uygun, ticari bir sinemaya yönelmiş durumda. Egoyan bu dönemde bazen Büyük Hata (Chloe, 2009) gibi çok başarılı çalışmalar da çıkarmasına karşın Kayıp Çocuk (The Captive, 2014) gibi vasat ürünler de ortaya koyuyor. Bu hafta ülkemizde vizyona giren filmlerin nispeten en dikkate değer olanı sayılabilecek Hatırla (Remember, 2015) da, dünya prömiyerini geçen yıl Venedik Film Festivali ana yarışmada yapmış olmasının yaratabileceği beklentiye karşın, vasatın ancak bir-iki tık üstünde bir film.

Egoyan’ın, Benjamin Franklin imzalı bir senaryodan çektiği Hatırla, Zev Guttman isminde ileri yaşlardaki bir Musevi’nin 2’nci Dünya Savaşı yıllarında Auschwitz toplama kampında ailesini öldürmüş ve takma bir isim altında Amerika’da yaşadığı tespit edilen eski bir Nazi subayının izini sürmesini öykülüyor. Bunama belirtileri içinde ciddi hafıza sorunlarıyla cebelleşen Guttman, Kuzey Amerika’da bu savaş suçlusunun takma ismini taşıyan dört kişiyi tek tek bulup hangisi ailesinin katili ise onu öldürmesi için, akli melekeleri yerinde ama tekerlekli sandalyeye mahküm bir diğer yaşlı Musevi tarafından yönlendirilir.

Hatırla’nın en büyük artısı ve seyredilebilir kılan ana unsuru, deneyimli oyuncu Christopher Plummer’ın Guttman rolündeki çok başarılı performansı; bu arada yaşı 40’ın üstündeki kuşakların TRT’nin ilk yıllarındaki Görevimiz Tehlike ve Uzay 1999 dizilerinden anımsayacağı, bir diğer deneyimli oyuncu Martin Landau’yu da Guttman’ı yönlendiren Musevi rolünde beyazperde izlemenin nostaljik bir cazibesi var. Ancak filmin senaryosu öylesine çalakalem ki özellikle muammanın finaldeki çözümü ciddi inandırıcılık sorunları taşıyor. Öte yandan hakkını vermek gerekir ki Guttman’ın üçüncü şüphelinin evine gittiğinde onun Nazi sempatizanı, Yahudi düşmanı oğluyla tanıştığı sahneler dramatik gerilim tesisi açısından oldukça iyi icra edilmiş. Ancak Hatırla’nın en büyük zaafı, intikam, suçluluk, vb aslen ağır temalarda ne demek istediğinin belli olmaması, hatta sanki söyleyecek pek sözünün olmayıp konusuna yalnızca eksantrik bir olay örgüsü olarak yaklaşması.