Metaya dönüşen vicdan

Filozoflar, bilinen tarihin her evresinde paranın ayartıcı, yoldan çıkarıcı özeliği üzerinde durdular, yazıp çizdiler. Belki en eskilerden birisi, ünlü ozan Lucretius’un Türkçeye Tomris Uyar-Turgut Uyar tarafından Evrenin Yapısı adıyla çevrilen De Rerum Natura’sındadır. Şöyle yazar Lucretius: “...Mal tutkusunu altının bulunuşu izledi. / Altın çarçabuk alttetti güzeli, güçlüyü.” (Evrenin Yapısı. Norgunk Yayınları. sf. 206)

Sofokles, Antigone’da daha açık yazar: “Çünkü insanoğlunun hiçbir icadı / para kadar fesat verici değildir, / ülkeleri harap ve yerle bir eden odur: / Dessaslığı (hilebazlığı) öğreterek mertliği bozar ve böylece / asi ruhları fenalığın menfur yoluna saptırır.” (MEB Yayınları, Yunan Klasikleri-5. sf.24)

Konunun bilimsel açıklaması Marx’tadır.

***

Marx Kapital’in birinci cildinde mübadele sürecini açıklarken “fiyat metada nesneleşmiş emeğin para ile ifade edilen adıdır” der. (Kapital Cilt 1. sf.108) Ama değer büyüklüğü ile fiyat arasında büyük nicel farklılıklar olması mümkündür, sonuçta yine Marx’ın ifadesiyle “kuralların kendilerini ancak kuralsızlığın kör ortalamaları olarak hayata geçirebildiği bir üretim tarzında, bu biçimi uygun bir biçim haline getirir." (A.g.e. sf.109)

Peki değer ile fiyat arasındaki fark yalnızca böyle mi ortaya çıkar?

***

Yine Marx’a başvuracak ve artık uzun alıntılardan ibaret bu yazıyı hiç değilse gerçekleri, hem de bizim ülkemizin yüz kızartıcı gerçeklerini anlatan bir denemeye dönüştürmeye gayret edeceğiz. Şöyle diyor Marx: “Bununla beraber, fiyat biçimi, sadece değer büyüklüğü ile fiyat, yani değer büyüklüğü ile bunun parasal ifadesi arasındaki nicel uyuşmazlık olasılığı ile bağdaşmakla kalmaz, aynı zamanda, nitel bir çelişkiyi de gizleyebilir; öyle ki para metaların değer biçiminden başka bir şey olmadığı halde, fiyat değeri hiç ifade etmeyebilir.” (A.g.e. sf.109)

***

Bundan sonra söyleyeceklerimizi, “hırsız bizim hırsızımızsa onu koruruz” diyen iktidar partisi ilçe başkanı falan filanın ne kadar bilimsel bir temel üzerinde işini görmeyi seçtiğini yine bu yazının tek ve yeterli tanığı Marx’ın sözlerini sürdürerek göstereceğiz. Devam ediyor Marx: “Örneğin, vicdan, şeref vb. gibi kendileri meta olmayan şeyler, sahipleri tarafından para karşılığı elden çıkartılabilecekleri ve böylece bir fiyatları olacağı için meta biçimini alabilirler. Bundan dolayı, bir şey, bir değere sahip olmaksızın, biçimsel olarak bir fiyata sahip olabilir.” (A.g.e. sf.109) Vicdanınızı, şerefinizi ya da gururunuzu vb. satılığa çıkardığınız, onu metalaştırdığınız zaman, kapitalizmin kurallarına pek uygun, ama bir emek ürünü olmadığı için gerçekte bir değeri olmayan, bu nedenle sanal olan “malınızı”, örneğin şerefinizi, piyasaya sunabilecek, belki de yüksek bir fiyata alıcı bulabileceksiniz.

Sizi koruyan birileri de çıkacak, “hırsız bizim hırsızsa, size yedirmeyiz onu” diyeceklerdir.    

***

Demek ki sık sık dile getirilen, ama “seçkin” bir şahsiyet tarafından açıkça itiraf edilen, “çalıyor ama çalışıyor” varyantı, daha önce epeyce büyük bir kitle tarafından kabul gören somut gerçek, yani yandaş hırsız, egemen siyasetin hakikatini temsil ediyor. Biz de iktidarın genel politikası haline geldiği anlaşılan bu durumu Marx’ın büyük eseri Kapital aracılığı ile göstermiş olduk. Burada okur herhalde gerçek ile hakikat sözcüklerini birbiriyle ilintili ama farklı anlamlarda  kullandığımıza dikkat etmiş olmalıdır. O kişinin sözleri gerçeği yansıtan bir haber olarak sosyal medyada kendine yer buldu; ama bu kadar değildir, o gerçek, Türkiye’nin, dönemin özelliklerinden birini karakterize eden hakikati-gerçekliği olarak tarihteki yerini aldı.

***

Acıdır ama kitapta yeri var. Başka ülkelerde de görülmüştür; Türkiye geçmişte o ülkelere benzememekle övünür, kendi kırık demokrasisinin, yolsuzlukların hayat tarzına dönüştüğü “Filipin demokrasisi” olmadığını iddia eder, “muz cumhuriyeti miyiz biz?” diye sorulduğunda göğsünü gere gere “hayır değiliz” diye yanıt verirdi. Haksız da olmazdı doğrusu; tek tek hırsızlıklar soygunlar, evet gazetelerin halka duyurduğu “hayali ihracat” gibi gerçekler olurdu ama bu durum ülkenin yüzünü kızartacak bir hakikate dönüşmezdi.

***

Marx, kapitalist üretim tarzını, onunla uyuşan üretim ve dolaşım ilişkilerini bu olguların klasik ülkesi İngiltere örneğinde çözümler. Fakat bunu yaparken çözümlemenin öteki kapitalist ülkeler için de geçerli olduğunun altını özellikle çizer, bu gerçeği “de te fabula narratur - hikaye seni anlatıyor” (A.g.e. sf.18) sözleriyle vurgular. Hiç kuşkusuz bu sözler Türkiye için de geçerlidir.

Kapital’den aktardığımız “vicdan ve şerefin metaya dönüşmesi” ise ne yazık ki arızi bir durum değil, günümüz Türkiye’sinin siyasi hakikatidir...