Mektuplar, mektuplar…

Bizim kendi terminolojimizde “klasikler” dendiğinde, bundan Marx, Engels ve Lenin’in yapıtları anlaşılır.

Gerek eğitimlerde gerekse polemik dâhil olmak üzere başka çalışmalarda klasikler kullanılır, bu kaynaklara atıflarda bulunulur.   

Ancak, “temel okumalar” ya da başvuru kaynakları arasında Marx, Engels ve Lenin’in yazışmalarına pek yer verilmez.

Oysa önemlidir.

Bu önemi şöyle açıklamak mümkün: Marx, Engels ve Lenin, odaklandıkları konularda titiz bir uğraşın ardından önemli sonuçlara ulaştıklarında “ya şöyle anlaşılırsa”, “ya öbür tarafa çekilirse” pimpirikliliğine düşmeden sonuç neyse onu söylerlerdi. Ama… Aması şu: Kendilerini önemseyelim de dönemlerini ve o dönemlerdeki başka “okurları” gözümüzde o kadar büyütmeyelim. Onların dönemlerinde de “Marx da çok indirgemeci canım”, “Engels’e bak yahu, adam resmen şunu diyor” ya da “Lenin çıldırmış olmalı” diyen pek çok kişi çıkmıştı…

İşte, üçlünün mektuplarının bir bölümü, kuşkusuz herkesin değil ama önemsedikleri kimi yanlış-yüzeysel anlamaların düzeltilmesine yöneliktir ve bu açıdan önemlidir. 

Yeri gelmişken, Marx ve Engels’in bu bağlamda önemli bulduğumuz mektuplarını sıralayalım:

Marx:

J. Weydemeyer’e (5 Mart 1852); L. Kugelman’a (12 Nisan 1871); F: Bolte’a (23 Kasım 1871).

Engels:

C. Schmidt’e (5 Ağustos 1890 ve 27 Ekim 1890); J. Bloch’a (21 Eylül 1890); F. Mehring’e (14 Temmuz 1893); B. Borgius’a (25 Ocak 1894).

***

Lenin 21 Ocak 1924 tarihinde yaşamını yitirdi. 

Yani bu ayın 21 Ocağında Lenin’in ölümünün üzerinden tam 92 yıl geçmiş olacak.

Lenin’in mektuplarında çeşitli muhataplara iletilen, amiyane tabirle “fırça” diyebileceğimiz sert uyarıların yanı sıra Marx’ın düşünce sistemine, diyalektik yöntemin kullanımına ilişkin çok değerli “notlar” bulmak mümkündür.

O zaman Lenin’i bir mektubuyla analım:

Mektup, Inessa Armand’a 30 Kasım 1916 tarihinde yazılıyor. Lenin, Marx’ın “işçilerin yurdu yoktur” sözünden hareketle kendi yazılarında “çelişki olduğunu” söyleyen Armand’ı “tek taraflı” ve “formalist” (biçimci) bulduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Komünist Manifesto’sundan bir yer aktarıyorsunuz (çalışan insanın yurdu yoktur)  ve onu neredeyse kayıtsız şartsız milli savaşların tanımlanmasını bile içine alacak şekilde uygulamak istiyorsunuz…” (italikler Lenin’in)

Ama asıl önemli olan, Lenin’in hemen ardından gelen cümleleridir: “Marksizmin bütün ruhu, bütün sistemi, her önermenin, a) yalnız tarihi bakımından, b) ancak diğerleri ile ilgili olarak, c) tarihin somut deneyimleri yönünden incelenmesini ister.” (V.I. Lenin, Mektuplar, çeviren: Murat Devrim, Toplum Yayınevi Ankara, 1969, s. 167. Ek not: Bu kitap daha sonra 1995 yılında Alaattin Bilgi çevirisiyle Evrensel’den çıkmış, ardından yeni basımları yapılmıştır). 

Umarız “zorlama sayılmaz”: Lenin’in söylediklerinden, bir önermenin ele aldığı/ilişkin olduğu olgunun, diyakronik (tarihsel-artzamanlı) ve senkronik (eşzamanlı) boyutlardan oluşan kendi bütünselliği içinde irdelenmesi gerektiği sonucu çıkıyor.

Demek ki (A) olgusu incelenecekse, bir, bu olgunun kendi özel tarihine bakılmalıdır; iki, (A) olgusunun kendisiyle zamandaş başka olgularla ilişkisi/etkileşimi değerlendirilmelidir ve üç, (A) olgusunun geçmişte nasıl deneyimlendiği, kendini hangi biçimlerde dışa vurduğu dikkate alınmalıdır…

***

Denecektir ki eylemli olmak, “sokağa çıkmak”, örgütlenmek vb. gerekirken oturup masa başında böyle yoğun bir mesaiye mi gömüleceğiz?

Yooo…

Az önce özetlenen, saf anlamda kesinlikle “akademik” bir uğraş ya da masa başı çalışması değildir…

Siyasal öznelerin, kendi bilgileri, akılları, pratikleri ve mevcut deneyimleri ışığında, bunları temel alarak kolektif biçimde gerçekleştirebilecekleri ve gerçekleştirmeleri gereken bir iştir.

Ve öyle sanıldığı kadar “zor” da değildir.

En azından “arkadaş sen onu bunu bırak da yarın benim ne yapmam gerekiyor, bana onu söyle” sorusunun yanıtından daha kolaydır...