Mayınlı bölge

Bu defa mecaz falan yok. Doğrudan yaşanmışlık var. Çırılçıplak, çarpıcı, acı.

Kürt realitesi var bu defa. Mayınlı bölge var. Sadece hudutları değil, dağları, tarlaları, ormanları, taşları, çalıları, yolları ve yol kenarları mayınlarla döşeli geniş bir coğrafya var.

Doğu var. Doğumuz. Doğu var ama doğum değil, ölüm var. Ölüm yoksa yaralanma var. Ve yaralananların, yaralı bedenlerin, yaralı bilinçlerin anlattıkları var. 

65 ayrı “vaka” var. 65 ayrı “başvuru”. Bir sivil inisiyatifin kayıtlarına geçtiği için öyle koymuşlar, en soğuk tarafından adını: Baş-vu-ru...

Başvuranlara protez, ameliyat vb. yardımlarda bulunan bir inisiyatif bu: Mayın Mağdurları Tedavi Projesi. 2005-2008 yılları arasında çalışmışlar, kendilerine gelen “başvurular”ı dinlemiş, kayıt altına almış, yardımları aktarmış, raporlamış, bırakmışlar.

Bırakmadan önce de, kayıt ve raporlarını bir kitap halinde yayınlamışlar.

“Başvurular” oradayken ve ortadayken fazla söze de gerek yok:

Birinci başvuru. “1993 yılı haziran ayında askere gidecek olan yeğenimi görmeye gidiyordum. Uzundere Merkez Mahallesi’nde köy çeşmesi bulunuyordu. Çeşmeden su içmek istedim. Su yolunda üç kadından biri olan ben önde ilerliyordum. Kadınlarla aramdaki mesafe bir iki adım daha açılmıştı; çeşmeye ulaşmak üzereydim ki bir patlama sesi duydum. Patlamayla metrelerce yükseğe fırlamış, tekrar yere çakılmıştım. Mayın, köy çeşmesinin yanına yerleştirilmişti. Kimler tarafından ve nasıl yerleştirildiğini bilmediğim bu mayın, köylüler ve yolcular tarafından kullanılan bir çeşmenin yanına konmuştu. Hayatımın artık çok daha farklı olacağını biliyordum.” 1993. Hakkari. Çukurca.

Dördüncü başvuru. “Henüz sekiz yaşındaydım. Yaşıtlarımla yani köyümüzün çocuklarıyla sağlık ocağının bahçesinde oyun oynarken bize ilginç gelen bir cisim bulmuştuk. Hâlâ bu cismin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Bu cismin içinde rengarenk boncuk gibi bir şey vardı. O renkli boncuğu çıkarıp almak istemiştim. Ben, ikizim Mehmet ve halamın kızı Rukiye onu alıp eve getirdik. Annem görünce kızdı ve elimden alıp dışarı attı. Almamamız için de bizi tembihledi. Ama çocukluk merakı, o cismi tekrar alıp eve getirdik. Odamıza kapanıp oynamaya başladık. Bir çivi ve çekiçle vurarak içini açmaya çalışırken patladı. Bir anda kanlar içinde kaldık. Bizi hastaneye götürdüler. Sonrasında Mehmet’in öldüğünü öğrendim. Rukiye ve ben yaralanmıştık. Bir bacağımı, kolumu ve parmaklarımı kaybettim. Yüzüm paramparça olmuştu. Uzun bir tedavi süreci yaşadım. Bu olaydan dolayı hep suçluluk duydum.” 1997. Çukurca, Köprülü köyü.

Yirmi beşinci başvuru. “Olay günü köyümüzde bulunan Tırejan dağında koyunlarımı güdüyordum. Biz köylüler bu dağı çok kullanırız. Koyunlarımı güderken mayına bastım. Patlama sonrasında sağ ayağım topuk hariç kesildi. İyileşip hastaneden çıktıktan sonra kaçakçılık yaptığım gerekçesiyle gözaltına alındım. On üç gün gözaltında sorgulandım. Çok acılar çektim.” 1996. Yüksekova, Yılmaz köyü.

Yirmi dokuzuncu başvuru. “Mağdur iki abisi dışında kimseyle konuşmuyor. Ağabeyleri olayı şöyle anlattı: Olay olduğu zaman kardeşim beş yaşındaydı. Köy okulunun yanında kardeşleri ve arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. On iki kişiydiler. Bir cisim bulmuşlar ve oynamaya başlamışlar. Taşa vurmuşlar. Parçalamaya çalışıyorlarmış ki patlamış. Bir kardeşi ve üç arkadaşı öldü. Kız kardeşinin el bilekleri tamamen parçalandı. Diğerleri de yaralandılar. Ama en ağır yaralı bu kardeşimdi. Diyarbakır’a getirdik. Sağ bacağı kalça ve cinsel organı dahil kesildi. Sadece idrarını yapabilmesi için bir açıklık bırakıldı. Patlama iki kulağında da kalıcı hasar bıraktı. Kulak zarları patladı. Psikolojisi bozuldu. Bizden başka kimseyle konuşmuyor.” 2003. Şırnak, Uludere Andaç Köyü.

Kırkıncı başvuru. “Olayın olduğu dönemde çobanlık yapıyordum. Gedikli köyünde Şişol tepesindeydim. Hayvanları otlatıyordum. Çevrede gezinirken mayına bastım. Sol bacağım parçalandı. Duyanlar koşup yetiştiler. Beni hastaneye götürdüler. İlk ameliyatım Van Devlet Hastanesi’nde oldu. Bacağım sol dizimin hemen üstünden kesildi. Ameliyattan yirmi gün sonra yara yerim iltihap bağladı. Tekrar ameliyata alındım ve bacağım biraz daha yukarıdan tekrar kesildi. Bütün küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarımı satarak hastane masraflarını karşılayabildim ve kalan parayla ilk protezimi İran’da yaptırdım. Çok rahatsızdı. Zorlanarak da olsa kullanıyordum. Şimdi her adım attığımda yaşadığım olayı tekrar hatırlıyorum. Her an düşecekmiş gibi hissediyorum.” 1991. Yüksekova, Gedikli köyü. 

Elli sekizinci başvuru. “Olay günü kaçan ineğimi bulmak için yola koyulmuştum. Durak köyü Askeri Karakol karşısı Radyolik mevkiinde hayvanımı otlarken buldum. Ona yaklaştığım sırada bir patlama oldu, hayvanım parçalandı, ben de ağır yaralandım. Kafamda sürekli ağrılar var. Vücudumda mayın parçaları bulunmakta ve sürekli ağrı yapmakta. İşitme kaybı ve görme bozukluğu yaşıyorum. Karnımdaki ağrıya çare bulamadım. Ölen hayvanım için kaymakamlığa bir dilekçe verdim. Henüz sonuç alamadım.” 2006. Şemdinli, Durak köyü. (*)

Hepsini aktarmayacağım haliyle. Ama 65 ayrı “başvuru” var işte böyle.

Böyle bir dönemden geliyoruz, böyle bir savaştan.

Peki, niye hatırlattım şimdi bunları?

Her şeyden önce, yaşadığımız, yaşamaya devam ettiğimiz gerçekleri hiç unutmayalım, duyarsızlaşmayalım, ölümler coğrafyasında yakın/uzak ölümleri birlikte düşünelim, kurtuluşu birlikte bulalım diye.

İkincisi, ortak kurtuluş, toplumsal kurtuluş yolumuzda halkların kardeşliği bilincini de sürekli kılabilelim diye.

Üçüncüsü, ortak sınıfsal payda ve kurtuluş ana eksene yerleşmekle birlikte, bu ölümler coğrafyasında, yoksul köylülükten inşaat işçiliğine Kürt kardeşlerimizin en ağır koşulları daha yoğun yaşadığını, sömürünün, baskının ve ölümün katmerlisiyle karşılaştıklarını unutmayalım diye. 

Bir dördüncü neden daha var maalesef; bütün bunlar veriyken, Türkiye solunda yazılanlar çizilenler... Eleştiri başka, Kürt hareketini küçümsemek, kısa yoldan “emperyalizm”le, “işbirlikçilik”le, “gericilik”le vb. damgalayıp dışlamak başka. Kanaatimce soldaki yazarlar ve yazıcılar, “barış”a yüklenirken; kapının önünde bekleyip buldukları her fırsatta Kürt hareketi’ne laf çakar, taşı gediğine yerleştirirken; günümüzün, ülkede ve bölgede sol gelenek içerisinden gelen en büyük halk hareketiyle “ilişki”ye geçerken; “Ne oldi sizin Selocan, bu da mı süreç heval, eqi eqi eqi” diye alemlere dalarken; geçmişten aldıkları kemalist/ cumhuriyetçi değerleri bugünkü “solculukları”nda yeniden canlandırırken; ortak toplumsal kurtuluş için yanlarına çekmeleri gereken bu güçlü halk hareketini birkaç kestirme sözle ittirmeyi marifetten sayarken vb. vb. hep “mayınlı bir bölge”den geçmekte olduklarını hatırlamalılar.

İyi olur sanki, iki kere, üç kere, beş kere, altmış beş kere… daha düşünüp, öyle yazsalar…

---

(*) “Başvurular”ın kaynağı: Mayın Mağdurları Tedavi Projesi 2008 Raporu, “Geride Kalanlar – Left Behind”, Sis yayıncılık