Son günlerde, popüler Netflix dizilerini aratmayan bir heyecanla Sedat Peker videoları takip ediliyor. Karşımızdaki, mafya-devlet-sermaye arasındaki ilişkilerin, rejimin kriziyle bağlantılı yeni bir fazı. Bu yeni fazda, yadsınanlar (90’ların mafyalarına FETÖ’cü yeni patronları tanıtma) yadsındıkça (“fetöcü hainlerden” boşalan yerleri eski vatanseverlerle(!) doldurma) yılların çatışmaları bulaşık suyunun üstüne çıkan yağ gibi parlamaya başladı.
Elbette ötesi var.
Bize göre mafyalaşmada “ötesi” denilecek yer, “mafya kültürünün” yıllar içinde vasatın bir parçası haline gelmesidir. Yani mafya kültürü, kendi ayrıksı, özgün mekanından öteye taşınıp, ritüelini, sembolünü, dilini, jargonunu ve toksik erkekliğini ortalamaya sunmuş ve nihayet toplumda da belli bir karşılık bulmuştur.
İşin ilginç yanı bu hikaye sanıldığı kadar eskiye uzanmamaktadır.
Örneğin 1980’li ve ‘90’lı yıllarda vasatın içinde yuppielik de vardı arabesk de; MBA’li prensler de vardı, mütedeyyin İstanbul’lular da. Toksik erkeklikler ve hunharca cinayetler üçüncü sayfayı, “modern Türk kadını” ve papatyalar arka kapağı doldururdu. Kuşkusuz bunlar matah şeyler değildir. Hatta yeni vasatın, etik maliyeti sansasyonel düzeyde yıkıcıydı. Örneğin hapishanelerde devrimciler işkence görürken bireyciliğe, hazza ve doyuma davet fasılasız sürüyordu.
Yine de 1990’lı yıllarla birlikte, ilkel birikimin önemli kanallarından biri olarak yükselen “mafya iktisadının”, kendine kültürel evrende karşılık bulması için AKP’yi beklemek gerekecekti. Mafya henüz o derece kabul edilebilir bir şey değildi. Hatta öyle ki devlet tümden inkar ediyordu. “Susurluk kazası”, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ı, kazanın 5. gününde istifa ettirmişti.
Bu nedenle AKP Türkiye’sini henüz başlangıç yıllarında bile ayrıştıran bir olgu varsa, o da gümbür gümbür gelen “ağalar ve mafyalar” kültürüdür.
Bu nedenle AKP demek, Kurtlar Vadisi demektir.
Nitekim 90’lı yılların sıkıcı aile değerleri ve apartman dizileri artık toplumu “kesmiyordu”. Yeni bir masal gerekiyordu. “Bana bir masal anlat baba”, içinde kurtlar ve çakallar olsun; işkenceci polisler, komplolar, entrikalar, adalet dağıtan mafyalar olsun…
İşte seksenlerden bugüne aradan geçen 40 yıldan sonra, bugünün rejimine, bugünün parlayan yıldızına baktığımızda “mafyalık” burada beliriyor. Ak-Yuppie’ler demiştik daha önceki bir yazımızda. Evet, Ak-yuppielerin bir kısmı, siyasal İslamı arkasına almış şımarık mafya çocuklarıdır, milletvekili de olabilir, köşe yazarı da; kokain de çekebilir, arabasını şampanyayla da yıkar, Instagrama “silah, saat ve araba anahtarı” üçlüsünden oluşan fotoğraflarını da koyar vs.
Bu olanakların olduğu her yerde, bunlara asla ulaşamayacak hevesliler ordusu büyük bir istekle mafya kültürünü çoğaltmaktadır. Çakarlı arabanız, villanız, silahlı ekibiniz olmayabilir ama siz de evinizin reisi, ilişkilerinizin mafyası olabilirsiniz.
Bu mafyalaşma kültürü ile erkek şiddeti arasında açık bağlar kurmak da mümkün. Bu durum erkek şiddetinin çok aşırı formları (bomba düzeneği kurmak gibi) düşünüldüğünde özellikle doğrudur. Muktedirin, kuralsızlığı ve hesap vermezliği yeni bir norm olarak kurmasında, aynı mafyatik ilişkiler ve tutumlar vardır. Nadira’nın, Yeldana’nın ve belki adları duyulmamış nicelerinin katili bu mafya ortamıdır.
Buraya kadar anlatılanlarda pek de itiraz edilecek bir şey olduğunu sanmıyoruz.
Ne var ki konu, bu tablonun faillerine, bu failleri belirgin kılan belli tipolojilere -sarkık bıyıklı, üç hilal dövmeli, bayrak ve silah fetişisti, dinci ve ırkçı- geldiğinde, buna çeşitli biçimlerde itirazlar gelmektedir.
Resmi itiraz hatırlanacaktır. Aydın’da 92 yaşındaki bir kadına tecavüze edip öldüren A.Ç’nin üç hilal dövmesi basına yansımış ve haber kaynaklarına resmi soruşturma açılmıştı. Bu inkar ve itiraz, Maraş katliamı sonrası Demirel’in “bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözlerini hatırlatmaktadır ve elbette anlamlıdır(!)
Başka itirazlara göre ise erkek şiddetini böyle streotipleştirmek yanlıştır. Evet, erkek şiddeti belli bir tipe daraltılamaz. Ancak erkek şiddeti, ideolojiler üstü ya da dışı olmadığı gibi, dünyanın tüm politik-kültürel tipolojilerine “eşit ölçüde” zehrini pay etmiş de değildir. Zira erkek şiddeti, erkek egemenliği gibi politik ve tarihsel koşullar tarafından belirlenen bir olgudur ve özgülleşmesi kaçınılmazdır.
Bugünün özgüllüğünde, yazının başında değindiğimiz, AKP rejiminin mafyalaşmış vasatı hakimdir. Cinsel şiddet haberlerinde “şaşırtmayan adreslerin” anlattığı şey bu özgüllüktür.