Liderkatli (Leadercide) ya da voleyboldan öğrenilmesi gereken
Önümüzdeki net soru şu: Sol bu ülkede gerçekten iktidar olmak istiyor mu? Türkiye özelinde karşımızda 1950’lerden beri dinin, sermayenin, devletin tüm olanaklarını kullanan yapılara karşı kurulabilecek yapılar ne yolla oluşturulacak? Çuvaldızı kendimize batırmak durumundayız.
Sağ siyaset biat, koşulsuz kabul ve itaat üzerine kuruludur; solun ise sorgulama, eleştiri ve özeleştiri üzerine kurulu olduğu genel kabul görür. Bu nedenle sağcıların bir araya gelmesi solculara göre çok daha kolaydır. Faşizm, kelime anlamı olarak, birbirine bağlanmış ya da bir çubuğun çevresini sıkıca sarmış demet demektir. İnsan bedenini saran zar tabaka fasya ve yine iple birbirine bağlanmış sayfalar demek olan fasikül de aynı köktendir. Burada birbirine bağlı çubuktan lider kültünü (tapımını) anlayabiliriz.
Arkeolojik buluntulardan ve antropolojik incelemelerden çıkardığımız sonuçlardan biri de insan topluluklarının bir arada tutulması için her iktidarın bir merkez işlevi görecek ‘axis mundi’lere ihtiyaçlara duyduğudur. Axis mundi’ler bir dağ, bir direk, bir kule olarak dünyanın merkezidirler, onlara kutsallık atfedilir, önlerinde secde edilir, etrafı dualarla tavaf edilir, göğe yükselen direklerin insanla tanrısal güçler arasındaki bir bağ olduğu inancı pekiştirilir. Kralların kendilerini tanrıların yeryüzündeki temsilcisi gibi görmeleri ve bunun için asa gibi fallik objeler kullanmaları bundandır. Mussolini mimarisi olarak da anılan mimarlık tarzı bunun üzerine kuruludur. Sağ ideolojinin dinle kurduğu ilişki maneviyattan ziyade biyopolitika içerir.
Faşizm siyasi terminolojiye 1920’lerin başlarında girdi ve tanımına, içeriğine uygun olarak Hitler, Mussolini, Franco, Salazar, Pinochet gibi liderlerle 20. yüzyıl siyasi tarihinde yıkıcı bir rol oynadı; zira, nasyonel sosyalizm (Nazizm) ya da milliyetçi politikalar belirli bir grubun varlığını diğer grupların kıyımı üzerinde kurgular, ırkçılığı meşrulaştırır. Almanya’da katledilenler sadece Yahudiler değildi; Romanlar ve bedensel tamlık tanımına uymayanlar da (engelli) bu kıyımdan nasiplerini aldılar.
İleri Haber’de seçimden önce Kılıçdaroğlu’nu anti-lider olarak tanımlayan bir yazı yazmıştım. O yazıda Kılıçdaroğlu’nun söyleminin bu toplumun ihtiyacı olan bir söylem olduğundan söz etmiştim. İki seçim arasında Kılıçdaroğlu’nun bu söylemini değiştirdiğine tanıklık ettik. Söylemdeki bu tutarsızlık ve ani değişikliğin seçmen davranışlarında da bir tutarsızlığa dönüşmesi söz konusu olabilirdi; fakat, yine de birçok insan içlerine sinmese de Kılıçdaroğlu’nu destekledi ve böylesine tartışmalı bir seçimde Kılıçdaroğlu yüzde 48’e yakın oyla Erdoğan’ın karşısında durdu. Ortada bir başarı varsa bu Kılıçdaroğlu’nun başarısı değil öncelikle muhalif seçmenin ve Emek ve Özgürlük İttifakı ile diğer sosyalist yapıların başarısıdır, zira cismi olup ismi olmayan Millet İttifakı bileşenlerinin etkisi eser miktardan hallicedir.
Kılıçdaroğlu, paradoksal bir şekilde anti-lider olarak seçimi kazansa ve lidere dönüşse söylem değişikliğini (kaçınılmaz bir şekilde) hayata geçirse seçmeni için hayal kırıklığı olacaktı, kaldı ki iki seçim arasındaki on beş gün Kılıçdaroğlu liderliğe soyundu ve başarısız oldu. Şimdi satrançtaki açmaz durumunda çünkü lider olarak da başarısız, anti-lider olarak da. İki durumda da yenik. Yine de bir ihtimal daha var, o da artık partinin başında olmaması, partisinin on yıllara dayanan liderlik sorununun değişiminde sorumluluk alması, bir örnek teşkil etmesi. İsmet İnönü’den bu yana ne zormuş o sihirli lider koltuğunu bırakmak…
En eşitlikçi, en demokratik sporun voleybol olduğu söylenir. Taraflar kendi sınırlarında, kendi içlerinde konsolidedir. Her bir oyuncunun yeri dolayısıyla sorumluluğu her bir servis atışta değişir, bu nedenle kazanmak için herkes birbirine yardımcı olmak (paslaşmak) durumundadır. Kazanım kolektiftir. Yıldızlık kurumu futbol ya da basketboldaki gibi değildir. Her partinin, küçüklü büyüklü her derneğin bu şekilde işlemesi gerektiğine inanıyorum. Böylece liderlik kurumu bir sol/sosyalist parti için sadece bir formaliteden ibaret olmalıdır. Aslolan yapının sağlamlığıdır.
Son yirmi yılda parti devleti ya da kurumsal iktidar maalesef beraberinde kurumsal muhalefeti de getirdi. Bunun kırılması bir olasılıktı, ancak gerçekleşmesi de bir o kadar zordu çünkü birbirlerine pas vermeden sürekli smaç atmaya çalışan voleybol oyuncuları gibiydi Cumhur İttifakı dışındakiler. Cumhur İttifakı’nda zaten oyun kurucu belliydi ve fazla da tartışma, müzakere olmadan bir araya gelindi. Bu da solun açmazı, doğası gereği önündeki en büyük engel. Sol bir tür aşkın (transandantal) bir ideoloji olarak karşımızda, insanın (homo sapiens) binlerce yıldır biriktirdiği safraları atmak Türkiye’de de dünyada da kolay değil. Önümüzdeki net soru şu: Sol bu ülkede gerçekten iktidar olmak istiyor mu? Türkiye özelinde karşımızda 1950’lerden beri dinin, sermayenin, devletin tüm olanaklarını kullanan yapılara karşı kurulabilecek yapılar ne yolla oluşturulacak? Çuvaldızı kendimize batırmak durumundayız. Eğer iktidar olunmak isteniyorsa işte yedi ay sonrası önümüzde. Nasıl bir strateji izlenmeli? İşte tam bu noktada üzerinde kafa yormamız gereken sol ve sosyalistler için başka türlü bir liderliğin mümkünlüğüdür. Leadercide kelimesindeki “-cide” soneki katletmek, öldürmek anlamına gelir. ‘Liderkatli’nden anladığım, sağlıklı bir örgütlenme modelinin liderlik üzerine yükselen dikey yapılanma değil liderliğin ikinci planda olduğu yatay yapılanma modelidir. Dolayısıyla belirli periyotlarda liderler değişmeli, örgütlenme modeli buna olanak tanımalıdır. Aksi durum eşitsizlik ve tabiyet ilişkilerinin sol saflarda yeniden ve yeniden üretilmesi olacaktır. İktidarın ‘tek adam’ (tek insan) politikasına karşı dururken aynı tuzağa ve yöntemselliğe solun düşmemesi gerekir.