Konusu açıldığında hep “laiklik” der geçeriz.
Bir de “sekülerlik” ve “sekülerizm” kavramları vardır. Laiklik ve sekülerizm çoğu kez birbirinin yerine kullanılır. Bizde “sekülerlik” kavramı pek yaygın değildir; en başta söylendiği gibi “laiklik” der geçeriz.
Peki, bu iki kavram birbirinin tam tamına aynı mıdır, aynı şeyi mi anlatır?
Kavramları biraz daha deşerek baktığımızda tam böyle olmadığı görülüyor. Örneğin, laiklik dendiğinde bunun bir yerinde mutlaka bir kurum olarak devlet vardır. Laikliğin tanımında vazgeçilmez ögelerden biri devlet ise diğeri de dindir. Laiklik, bu iki öğe ya da kurumsallık arasındaki ilişkiye dair bir kavramdır.
Biraz daha açarsak, laiklik, dinle devlet/hükümet işlerinin birbirinden tamamen ayrılması anlamına gelir. Bu bağlamda devletin dini olamaz, devlet vatandaşına verdiği kimlikte o kişinin dininden söz etmez; devlet, ne dini ve dinsel kurumları kendi işine karıştırır ne de kendisi o cenahtaki işlere karışır, vb.
Kabaca söylersek, böyledir.
Buna karşılık “sekülerizm” kavramı laiklik yerine de kullanılsa bile bu kavramda laiklikte olduğu gibi yerleşik, yani kavramın kendisinden kaynaklanan bir devlet atfı/göndermesi yoktur. Sekülerlik, herhangi bir kişinin, kurumun, eylemin, düşüncenin, vb. tamamen din ve dinsellik dışı, dinle ilişkisiz olması, bu anlamda “dünyevi” özellik taşıması anlamına gelir.
Bu ayrımdan hareket edildiğinde, laik bir kişinin buna rağmen “seküler olmayan” görüş ve düşüncelere sahip olması mümkündür. Örneğin, din ve devlet işlerinin birbirinden tamamen ayrılması gerektiğini düşünen, bu anlamda laik olan bir kişi “İşçi aldığı ücretin karşılığını verecek kadar çalışmıyorsa bu dünyada olmasa bile ahirette bunun hesabını verir” diyebilir. Bu durumda bunu diyen kişi laiktir, ama dile getirdiği görüş seküler değildir.
Buna benzer biçimde, laik olmayan bir kişinin de seküler söylemleri, düşünceleri olabilir. Örneğin, Türkiye’nin bir “din devleti”, “İslam Cumhuriyeti” olmasını isteyen biri, herhangi bir sel felaketini ya da depremi “takdiri ilahi” saymayıp bu tür olayları doğadan kaynaklanan nedenlerle açıklıyorsa, o kişinin en azından bu açıklaması sekülerdir.
***
Sekülerlik ve sekülerleşme, meta ilişkilerinin gelişip yaygınlaşmasından modernleşmeye, kapalı toplulukların çözülmesinden eğitim sistemine ve toplumun genel eğitim düzeyine, başka toplumlar ve kültürlerle temasa kadar pek çok faktör tarafından etkilenen bir süreçtir.
Kısacası, belirli bir siyasal iradeden çok “nesnel” denebilecek süreçlerle ilişkilidir.
Buna karşılık “laiklik”, en çok siyasetle ve siyasal iradeyle ilişkilidir. Laikliği kafasına koymuş bir siyasal irade, bunun için “toplumun sekülerleşmesini” ve bu sekülerleşmenin “belirli bir olgunluk düzeyine ulaşmasını” beklemek durumunda değildir. Toplum, “o düzeye” belki de kendi başına sanıldığı kadar çabuk ulaşamayacaktır ya da o düzeye ulaşılması önsel olarak laikliği gerektirmektedir…
Burada ayrıntılarına inmek mümkün değil, ama ekleyelim: Konu, “erken” ya da “geç” kapitalistleşme/modernleşmeyle doğrudan ilişkilidir.
***
Günümüz Türkiye’sinde “aslında” laik oldukları halde bu konuya çeşitli nedenlerle pek bulaşmak istemeyen siyasal özneler vardır. Ama seçimlere ve oy tabanına ilişkin kimi kaygılarındandır, ama o özneleri oluşturan kimi kesimlerin hassasiyetidir…
İşin bu yanına da hiç girmeyelim.
Ama şu kadarını söyleyelim:
Bugün Türkiye’de laikliğin bir süredir daha yoğun maruz kalmakta olduğu erozyon, din-devlet ilişkileri alanıyla sınırlı kalmayan etkiler yaratmakta, genel olarak toplumdaki sekülerleşme süreçlerine ket vurup bu alandaki kazanımları da kemirmektedir.
Laiklik, bunun için önemlidir.
Yok eğer yazıda verilen örneklerde olduğu gibi dinsel söylemlere merak saran laiklerle seküler söylemlere alışmaya başlayan anti-laik kesimlerin demokratik ortamlarda tartışarak ortak bir noktada buluşmaları bekleniyorsa…
Daha çok beklenir…