On üç gün önce (5 Haziran); Irak’ın Duhok ili sınırları içinde bulunan Metina bölgesinde, PKK ve KDP güçleri arasında yaşanan küçük çaplı bir çatışma, KDP’nin özel askeri gücü Zerevani’ye bağlı 5 peşmergenin ölümüyle sonuçlandı.
Yazının başlığında yer verdiğimiz “Kürt-Kürt savaşı” ifadesi de, bu olay sonrasında KDP ve PKK arasında büyüyen gerilime dair yapılan değerlendirmelerde, özellikle Türkiye ve Irak’taki Kürt siyasal hareketlerinin temsilcileri tarafından birçok defa kullanıldı.
Farklı Kürt politik-askeri özneler ve onların destekleyicileri arasında meydana gelebilecek bir çatışmayı, sık kullanılan başka bir adlandırmayla bir “kardeş kavgası”nı tanımlamak için başvurulan bu ifade, son iki haftada alelade bir uyarının ötesinde anlam taşıyor ve ihtimali artan bir iç savaşa da işaret ediyor.
Metina’da yaşanan çatışmanın sonrasında daha fazla görünür hale gelen KDP-PKK gerilimiyle ilgili taraflarca yapılan açıklamaları, ayrıntılı bir değerlendirmeye girmeden şöyle özetleyebiliriz: PKK yaptığı açıklamalarda, bir dış güç olan “AKP-MHP faşist iktidarının” bölgeye dönük operasyonlarla Kürtler arasında bir savaşı amaçladığını ve KDP’nin bu planın parçası olmaması gerektiğini söylüyor. PKK ayrıca, peşmergelerin ölümlerine yol açan saldırının bu amaç doğrultusunda Türkiye ordusu tarafından yapıldığını da iddia etti. KDP tarafı ise Türkiye’yi açıkça karşıya almaktan kaçınıp, sorunun merkezine esas olarak PKK’nin Irak Kürdistanı’ndaki varlığını ve faaliyetlerini yerleştirerek bir tutum belirlemiş durumda. Ve hem PKK karşıtı tutumu, hem de Türkiye ile işbirlikçi yaklaşımını koruma kaygısı KDP açısından yeni bir duruma işaret etmiyor.
***
Son gelişmeler çok kısaca böyle özetlenebilir belki, ve fakat bununla birlikte kimi soruların da hala geçerliliğini koruduğu söylenebilir. Yani mesele iki tarafın beyanlarının özetinde görülen basitlikle gerçekçi biçimde ve yeterince açıklanabilir durumda mıdır? Yani tüm Ortadoğu’ya yayılmış Kürt siyasallığının en güçlü iki öznesi arasında yaşanan gerilim, her şey yolunda giderken AKP’nin askeri operasyonlarıyla veya KDP’nin 25 yıldır PKK kontrolünde olan bölgelerdeki egemenlik hakkını birden hatırlamasıyla mı ortaya çıktı? Ya da tam olarak 40 yıldır Irak Kürdistanı’nda yerleşik olan PKK’nin varlığı, son bir-iki senede mi sorunların kaynağına dönüştü?
Bu sorulara en yalın haliyle iki ana başlık altında yanıt vermek mümkün. Hem belki böylece KDP-PKK geriliminin arka planında yer alan süreç ve ortaya çıkan yeni gelişmelere dair öngörüler de daha kolay anlaşılabilir.
Bu iki ana başlıktan birincisinin, KDP ve PKK arasında yaşanan ve Rojava’yı da kapsayacak biçimde ele alınabilecek olan “bölgesel hakimiyet” mücadelesiyle ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Şimdilerde bilinmesi ve hatırlanması pek yaygın olmayan bir tarihsel arka planı kısaca hatırlamak açıklayıcı olabilir: PKK’nin Irak Kürdistanı’na yerleşmesi ve Kandil bölgesini kullanmaya başlaması yeni değil, 1982 yılında başladı. Aynı yıl toplanan ikinci kongresi sonrasında askeri yeteneklerini artırma kararı alan PKK, bu doğrultuda KDP ile ilişkilerini güçlendirme eğilimi de oluşturmuş ve iki örgüt arasında 1983 yılında yapılan bir anlaşma sonucunda PKK güçlerinin bir kısmı Irak Kürdistanı’na taşınmıştı. Yani PKK’nin Kandil bölgesine yerleşmesi KDP’nin onayıyla, iki örgüt arasında varılan anlaşmaya uygun biçimde, “bölgedeki Kürt siyasal grupların arasındaki ilişkileri besleme ve güçlendirme” kararına istinaden gerçekleşmişti.
KDP ve PKK arasında yapılan bu anlaşma 1988 yılında KDP tarafından bozuldu. O zaman nasıl gerekçelendirilmiş olursa olsun, anlaşmanın Mesud Barzani tarafından iptal edilmesinin asıl nedeni, PKK’nin bölgede büyümesi, üslerini ve eğitimli üye sayısını artırması, manevra kabiliyetini genişletmesi ve KDP’ye alternatif bir güce dönüşmesiydi. İran-Irak savaşı ve sonrasında Körfez Savaşı gibi gelişmeler nedeniyle Irak’ta ortaya çıkan merkezi otorite boşluğunu iyi kullanarak güçlenen PKK ile bölgenin eski hakim gücü KDP arasında bozulan ilişkiler, sonraki yıllarda Kürtler arasında birçok çatışmayı da beraberinde getirdi.
Ne var ki, PKK ve KDP arasında otuz yıl önce başlayan gerilimin gerekçesi bugün de ortadan kalkmış değil. Geçen 20 yılda yaşanan, Irak’ın işgali, Kürtlerin Irak’ta ve sonrasında Suriye’de özerk bölgesel yönetimler kurması gibi birçok önemli gelişme de, zaman zaman düşünülenin aksine iki Kürt siyasal özne arasındaki gerilimi ve üstünlük mücadelesini azaltan değil besleyen faktörler oldu.
İşte bugün her ne kadar, hem PKK hem de KDP tarafından sık sık Kürt ulusal birliği söylemleri dile getirilse de, diğer taraftan yürüyen yetke kavgası, bu iki özne arasındaki ilişkinin asal belirleyeni olarak varlığını koruyor. Kürtlerin bölgesel statü kazanımı açısından ilerletici bir etkisi olacağı tartışmasız olan “Kürt ulusal birliği”nin bu velayet mücadelesinin gölgesinde kaldığını sadece Irak Kürdistanı’na bakarak değil, Rojava’daki siyasal gelişmelerin de izini takip ederek söylemek mümkün.
***
Konunun ikinci ana başlığı ise, yani AKP’nin tüfeğindeki barutu tazelemiş biçimde Kürtler arasındaki ateşi körüklemesi etmeni de burada devreye giriyor. KDP ve PKK arasında uzun süredir devam eden hakimiyet mücadelesi, AKP’nin bu iki aktör arasındaki anlaşmazlığı çatışmaya dönüştürme hamlelerine de fırsat yaratıyor. Özellikle geçtiğimiz altı ayda Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı gibi devlet yöneticilerinin girişimleriyle KDP’nin PKK’ye karşı harekete geçmeye zorlandığı biliniyor. Irak Kürdistanı’nda ve KDP içinde siyaset yapan belli grupların Türkiye tarafından zayıflatıldığını düşündükleri PKK’ye saldırmak için ideal zamanda oldukları düşüncesi de kamuoyuna yansıyor. Tüm bu fotoğrafa, çatışmaların gerçekleştiği bölgedeki halkın yaşadığı olumsuzluklar da eklendiğinde, AKP’nin askeri operasyonlar ve diplomasi yoluyla Kürtler arası bir savaşı kışkırtma çabasına uygun zemin de oluşuyor. Diğer yandan, AKP iktidarının Irak merkezi hükümetiyle de görüşmeler yaparak PKK’ye karşı üçlü bir cephe kurmaya çalıştığı dile getiriliyor.
AKP’nin bütün bu girişimlerinin olası bir seçime hazırlıkla da şüphesiz doğrudan ilgisi var. Şu ana kadar Irak sınırları içinde 50 civarında üs kurmuş olan Türkiye’nin bölgeye dönük operasyonlarının tek nedeni KDP ve PKK arasında çatışma çıkarma gayesi değil. AKP, PKK’ye yönelik sınır dışı operasyonlarla, bu örgütün hareket alanını daraltmayı hedeflediği gibi, iç siyasette Kürt düşmanlığını körükleyerek tabanını bir arada tutmaya da çalışıyor ve ayrıca muhalefeti parçalı kılan önemli bir argümanı gündemden düşürmek istemiyor.
Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin çoğunun endişeyle izlediği ve karşı çıktığı olası bir Kürt-Kürt savaşının koşulları, bölgesel Kürt siyasetinin kendi iç dinamiklerinin etkisiyle uzun süredir zaten oluşmuş durumda. AKP’nin yaptığı ise, Türkiye sınırları içinde olduğu gibi, başka coğrafyalarda da savaş mühendisliğiyle, siyasi baskı ve provokasyonlarla söz konusu gerilimi fiili bir iç savaşa dönüştürmeye ve bu savaştan nemalanmaya çalışmak oluyor.