Kürt hareketi ve sol üzerine saptamalar, tezler…

Konunun tarihsel, toplumsal ve artık “stratejik” bir derinliği var. Dolayısıyla,  “an” belirlenimli yaklaşımların ötesine geçmek gerekiyor.

Bu yazıda, Kürt hareketinin oluşumu, toplumsal, siyasal karakteri ve konumu ile ilgili saptama ve tartışma tezleri formüle etmeye çalışacağım.

Bu sayfalar tarihsel bir özet için bile yeterli değil. Bu nedenle, son 35 yılı esas alacağım. “Kürt hareketi” derken, PKK’nın başlattığı ve önderlik ettiği hareketi kastediyorum.

TEMEL ÇİZGİLER

Bir: Kürt Hareketi, dört parçalı Kürdistan’ın, kapitalist gelişmişlik ve sınıflaşma açısından en ileri, nüfus olarak da en büyük parçasında mayalandı. “Modern” bir ulusal hareket olmasının ekonomik toplumsal temeli budur.

İki: Bu sonuncu silahlı Kürt isyanına, öncekilerden farklı olarak, aşiret, din/mezhep reisleri, şeyhler, ağalar değil, yoksul köylü kökenli, Marksist eğilimli genç aydınlar önderlik etti. PKK, Türkiye sosyalist, devrimci hareketinin içinden çıktı.

Üç: Kürt devrimci demokrat hareketi, toplumsal tabanını ve yapı taşını yoksul köylü ve kentlilerin oluşturduğu bir emekçi halk oluşumudur. Hareketin ulaştığı toplumsallaşma ve “devletleşme” düzeyinin bir sonucu olarak Kürt burjuvazisi de var olan önderliğin hegemonyasını kabul ederek harekete katılmaktadır.  

Dört: Kürt devrimci demokrat hareketi,  yalnız Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun bu kitlesellikteki tek seküler halk hareketidir.

Beş: Türkiye’nin her yerinde Kürtler var. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Gaziantep, Mersin, Bursa vb. emekçi yoğun metropollerde önemli sayılarda Kürt yurttaş yaşıyor. Harekete, “Türkiyeli” karakterini veren, demografik iç içelik ve bunun sonucu olan sosyolojik, sınıfsal ve kültürel harmanlanmadır. Bu, iradi bir kararla değiştirilemeyecek nesnel bir durumdur.

SİYASAL KONUMLANIŞ

Altı: “Demokratik özerklik” ve “demokratik cumhuriyet”,  Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki gelişmelere, siyasal güç ilişkilerindeki değişikliklere göre farklı yönlere evrilmeye açık olmakla birlikte, öne sürüldüğü biçimiyle Türkiye Cumhuriyeti üniterliği içinde bir tasarımdır. Bayrağı ve Türkçe’nin resmi dil statüsünü tanıyorlar. Özerkliği, anadilinde eğitimi ve kültürel hak taleplerini mücadele ve tartışma başlıkları olarak kamuya sunuyorlar. “Ulus devlet”i aşan kantonal, komünal vb. siyasal biçimler arıyorlar. “Demokratik ulus” diyorlar.

Yedi: Kürt hareketi, Kürtlerin bulunduğu tüm coğrafyalarda, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de, Avrupa’da örgütlüdür. Hareketin, farklı devletler içinde, gerilla savaşından parlamentoda temsiliyete, milis örgütlenmelerinden demokratik kitle çalışmalarına kadar farklı biçimlerle, farklı yöntemlerle mücadele eden çok merkezli bir yapılanması ve tüm bu yapılar arasında siyasal bir orkestrasyon var.

Sekiz: Türkiye burjuvazisi için Kürt sorunu çözüm zamanı gelmiş bir sorundur. İki nedenle: Birincisi, ABD hegemonyasının gerilemesinin yarattığı boşluklar Türkiye kapitalistlerinin emperyal heveslerini kamçılamıştır. Barzani Kürdistanı ile bağlaşarak petrol kaynaklarına ulaşmak, sömürü ve pazar alanlarını genişletmek istiyorlar! İkincisi, geleneksel “terörle mücadele” stratejisiyle bitirilemeyen, hükümetler götüren, büyük bir iç kanama ve siyasal gerginlik kaynağı olan savaşın “maliyeti” artık ağır geliyor. Coşkun Adalı’nın anımsattığı gibi, Henry Kissinger’in Vietnam deneyiminden süzdüğü sonuç doğrulanmıştır: Gerilla yenilmediği sürece kazanmış demektir; ordu yenmediği sürece kaybetmiş demektir! Bizdeki, bu çerçevede bir “pat” durumudur.

Dokuz: AKP hükümetinin ise, aynı eksen üzerinde “ideolojik” ve sınıfsal olarak inceltilmiş, asla vazgeçemeyeceği bir hedefi daha var: Türkiye Kürdistanı’nda totaliter, İslamcı tek adam devletinin önündeki en büyük engel olan Kürt hareketini toplumsal tabanından soyutlayarak tasfiye etmek; en azından bölerek etkisizleştirmek! Bu amaç için, Erdoğan majesteleri bizzat bu hareketin mücadelesi ile dayatılan kimi etnik/kültürel hakları “bahşetme”ye bile hazırdır!

On: Kürt hareketi, daha önderinin yakalanmasından önce, “pat” durumunu, gerilla mücadelesinin sınırlarını görmüş, bu sınırı zorlamanın toplumsal düzeyde yol açacağı çıkmaz ve travmaları anlamış, ateşkes, barış, siyasallaşma ve legalleşme yolunda adımlar atmaya başlamıştı. Bugünkü uğrakta bu siyaset çok daha ileri bir çizgide yaşam buluyor. Sonuç olarak iki tarafın da eli “barış”a mecburdur. Öte yandan, Kürt hareketi AKP devletinin kendisiyle ilgili niyetleri konusunda açık ve uyanıktır. Cemil Bayık’ın, “müzakere” ve “mücadele” ilişkisini formüle ediş biçimi sürecin çelişkili ve uçlara açık karakterini iyi anlatıyor.  

On bir: Bugüne kadarki “çözüm süreci” pratiği,  Kürt hareketi-AKP ilişkisini “ittifak” ya da “işbirliği” olarak nitelemeyi haklı kılacak bir içerikte gelişmedi. Kürt hareketinin AKP düzenine “entegre” olduğu iddiaları da kanıtsızdır. Bundan sonraki süreç nasıl gelişirse gelişsin, AKP ile Kürt hareketi arasındaki “müzakere” yöntemiyle kalıcı bir “çözüm”e ulaşılması olanaklı değildir. 

TARZI SİYASET

On iki: Kürt hareketinin, çelişkili ve sorunlu özel/öznel başlangıç zaaflarını “onaran” bir tarzı var. Otoritesi tartışılmaz tek adamın her konuda son sözü söylediği, içindeki ve dışındaki karşıtlarına şiddet uygulayan bir öznenin, çoğulcu, katılımcı, girişimci, dinamik bir toplumsallık, canlı bir halk hareketi yaratması, kolaycı ve toptancı yargıları olanaksızlaştırıyor.

On üç: Kürt hareketi, bugüne dek hiçbir  “pozitif ayrımcılık” önlemiyle, “kota”larla başarılamayan bir şeyi başarmış, toplumun yarısını mücadele ve hareket içinde eşit, özgür konuma taşıyan bir “kadın devrimi” başlatmıştır.

On dört: Ortadoğu’daki gelişmeler, özellikle Suriye iç savaşı, “Kürt sorunu”nun uluslararası önemini ve etki alanını genişletmiş, süreci, nesnel olarak emperyalist müdahalelere daha açık hale getirmiş, ama aynı zamanda Kürt hareketinin manevra olanaklarını büyütmüştür.

On beş: Kürt hareketi pratik ve pragmatist bir harekettir. Konumuna ve hedeflerine göre çeşitli güçlerle, genellikle geçici ittifak ve dostluklar kuruyor. Özgücüne dayanan ve kendi bağımsız amaçları yolunda yürüyen bir hareket olduğu için, en azından bugüne kadarki pratiğinde, bu güçlerden herhangi birinin uzantısı ve uydusu olmamıştır.

KÜRT HAREKETİ VE SOSYALİST SOL

On altı: Kürt hareketi, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra, amblemindeki orak çekici çıkarmış, söylem ve eyleminde sosyalizm ve sınıf mücadelesi kavram ve yöntemlerinden uzaklaşmıştır. Bunda, özellikle 1990’lardan sonra Türkiye sosyalist hareketinden gelen sol basıncın zayıflamasının, “eşitsiz gelişme”nin de payı var.

On yedi: Kürt hareketinin emek-sermaye çatışmasının sivrildiği mücadelelere, onun simgelerinden biri olan 1 Mayıs’lara; ya da AKP karşıtı Haziran İsyanı’na mesafeli tutumu rastlantısal değil, siyasaldır. Emek ve sosyalizm vurgusunun hareketin tabanını daraltacağını düşünüyorlar; üstelik bunu düşünmekte tümüyle haksız da değiller. Şunu açıkça söylemek de “biz” sosyalistlerin hakkıdır: Kürt hareketinin açtığı yol, sol/sosyalist hareketin kendini kuracağı, yükselteceği bir zemin değildir!

On sekiz: Tüm bu saptama ve tezler, Türkiye sol/sosyalist hareketi ile Kürt hareketi arasında özdeşleşme ve örgütsel tekleşmenin olanaksız; güncel, dönemsel ve tarihsel ortak amaç ve ilkeler üzerinde mücadele, eylem birliği, güç birliği ve ittifakın ise olanaklı, olası ve gerekli olduğunu gösteriyor.  Bu topraklarda devrim ve sosyalizm için savaştığını iddia eden hiçbir siyasal özne emekçi ve seküler karakterli Kürt hareketine sırtını dönemez!

On dokuz: Olanak ve gereklilik, “iki taraf” için de 10 Ağustos sürecinde bir kez daha doğrulanmıştır. HDP adayı Demirtaş’ın bu seçim sürecindeki sola açılan,  zorunlu “müzakere” muhatabı kibirli despotu yere çalan kampanyası, ona ve Kürt hareketine ilk kez yüzde on barajını zorlayan ek bir destek sağlamıştır. Bu, bir iddia değil, bir “toplumsal veri”dir. Ama unutulmasın, “toplumsal veri”, aslında  toplumsol bir veridir! Bu durum, Kürt hareketine bu eşiğin ilerisini hedefleme sorumluluk ve misyonu yüklemiştir.

KARŞILIKLI SORUMLULUK BİLİNCİ

Yirmi: Türkiye sosyalist/sol hareketinin, Kürt hareketinin reel siyaset gerekçesiyle giriştiği “taktik” manevraların peşinde sürüklenmesi, örneğin, 6-7 Ekim Kobane olaylarından sonraki ortak açıklamada yapıldığı gibi, “hem ülke içinde, hem de dışında halklarımıza yönelen tehdidi Hükümet ile birlikte çalışarak bertaraf etmek istiyoruz“ türünden açıklamalara hak vermesi, Kürt hareketiyle birlikte “bir o yana bir bu yana” yalpalaması düşünülemez. Siyasal bağımsızlık, sosyalist hareket için bu nedenle vazgeçilmezdir.

Yirmi bir: İğneden sonra çuvaldızı kendimize batırabiliriz. Önümüzde, Kürt hareketinin ne yapacağına, ne yapmayacağına ilişkin papatya falı açarak seyredeceğimiz, sonra da haklı çıkıp sevineceğimiz, ya da haksız çıkıp üzüleceğimiz bir dönem uzanmıyor. Herkesin herkese karşı sorumlu olduğu, kendisi için karar verenin belki de herkes için karar verdiği günlerdeyiz.  Eleştiri, karşılıklı sorumluluğun gereğidir ve üzüm yemek içtenliğiyle yapıldığı zaman ilerleticidir. Kimi sosyalist arkadaşlarımızın, bunu yapmak yerine, genel ve zaman zaman da soyut doğruları yineleyerek, bahaneler icat ederek bu somut dönemeçte Kürt hareketiyle araya mesafe koymalarının doğru olmadığını düşünüyorum.

Yirmi iki: Emperyalizmi mutlak kadir, yenilmez bir güç gibi gösteren komplo teorilerinin, anti-emperyalist mücadeleye ve hiç kimsenin sosyalistliğine güç katmayacağının bilinmesi gerekiyor. Kaldı ki, Ortadoğu’da yaşanan süreç somut ve güncel olarak da komplocu olmaktan çok kaotik bir karakter taşıyor. Orada, arkasında büyük emperyalist güçlerin birbirine el ense çektiği, ön cephede kontrol içi-kontrol dışı güçlerin birbiriyle çarpıştığı, ama ABD dahil hiçbir emperyalist gücün mutlak kontrol kuramadığı bir savaş var. Bu ortam, örgütlü siyasal öznelere, olağan zamanlarla kıyaslanmayacak bir etki ve manevra alanı sağlıyor.

Yirmi üç: Emperyalizm var oldukça, hiçbir halkın özgürleşmeyeceği son çözümlemede doğrudur; ama aynı önerme, bugün Ortadoğu cihadçılarına, IŞİD’e karşı Rojava’da , totaliter, mezhepçi AKP rejimine karşı Türkiye’de özveriyle savaşanları görmeyen bir edayla yapıldığı zaman hiç doğru olmuyor; hiçbir devrimci amaca da hizmet etmiyor.

Yirmi dört: Türkiye sosyalist/sol hareketi ile Kürt hareketinin eylem ve güç birliği nesnel sürecin dayattığı bir gereksinmedir. Türkiye solunun birleşik güçleriyle Kürt hareketinin 2015 dönemecinde ne yapacakları, taraflardan birinin tek başına yanıtlayamayacağı kritik bir sorudur. Bu aşamada herkese büyük sorumluluk düşüyor.

Yirmi beş: Ortak yürüyüş ve ittifak zemini bellidir: Ortadoğu’da köpürtülen dinci/mezhepçi emperyalist savaşa, Rojava Devrimi’nin boğulması girişimlerine, AKP eliyle kurulmakta olan tekçi, totaliter, mezhepçi, bölücü ve faşizan diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etmek; Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne hukuksal zemin anlamına gelen başkanlık rejimine geçiş hamlesini birlikte püskürtmek; laik, bilimsel, anadilinde eğitimi birlikte savunmak; Kürt halkının kendi yazgısını özgürce belirleme hakkına saygı ve gönüllü birlik ilkeleri temelinde eşit yurttaşlık hukukunu, toprak ve emek kardeşliğini esas alan eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya, Ortadoğu ve Türkiye için savaşmak.