Kürt hareketi ve sol üzerine güncelleme

Kürt hareketi ve sol üzerine saptamalar, tezler” başlıklı yazım, 17 Şubat 2015’te bu köşede yayımlanmıştı. Aradan, dünyada, Ortadoğu’da ve Türkiye’de çelişkili ve kaotik gelişmelerin yaşandığı 2 yıldan fazla zaman geçti.

Okuyucuya, bu yazıyı o yazıyla birlikte okumalarını öneriyorum. Okumayacaklar için, yazının girişinde birkaç önemli saptamayı yinelemek istiyorum.

Türkiye’deki Kürt Hareketi, dört parçalı Kürdistan’ın, kapitalist gelişmişlik ve sınıflaşma açısından en ileri, nüfus olarak da en büyük parçasında mayalandı. “Modern” bir ulusal hareket olmasının ekonomik toplumsal temeli budur.

Kürt hareketine, öncekilerden farklı olarak, aşiret, din/mezhep reisleri, şeyhler, ağalar değil, yoksul köylü kökenli, Marksist eğilimli genç aydınlar önderlik etti. Kürt devrimci demokrat hareketi, Türkiye sosyalist, devrimci hareketinin içinden çıktı.

Kürt siyasal hareketi, toplumsal tabanını ve yapı taşını yoksul köylü ve kentlilerin oluşturduğu bir emekçi halk oluşumudur. Hareketin ulaştığı toplumsallaşma ve “devletleşme” düzeyinin bir sonucu olarak Kürt burjuvazisi de var olan önderliğin hegemonyasını kabul ederek harekete katılmaktadır.  

Kürt devrimci demokrat hareketi, yalnız Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun bu kitlesellikteki tek seküler halk hareketidir.

Türkiye’nin her yerinde Kürtler var. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Gaziantep, Mersin, Bursa vb. emekçi yoğun metropollerde önemli sayılarda Kürt yurttaş yaşıyor. Harekete, “Türkiyeli” karakterini veren, demografik iç içelik ve bunun sonucu olan sosyolojik, sınıfsal ve kültürel harmanlanmadır. Bu, iradi bir kararla değiştirilemeyecek nesnel bir durumdur.

Kürt hareketinin açtığı yol, sol/sosyalist hareketin kendini kuracağı, yükselteceği bir zemin değildir! İkisinin amaçları, çizgileri, kulvarları ayrıdır. Özdeşleşmeleri,  tekleşmeleri eşyanın doğasına aykırıdır.  Kürt hareketinin yürüttüğü siyasal mücadelede, Türkiye’deki mevcut toplumsal siyasal düzeni yıkarak yerine Türkiye’nin diğer emekçileriyle birlikte, proleter-emekçi bir iktidarın kurulmasından çok,  dönem dönem değişiklik gösteren ulusal demokratik taleplerin mevcut düzen ve iktidarlara, rekabet halindeki emperyalist devletlere “kabul ettirilmesi” hedefi ağır basmaktadır.

Öte yandan, bölgedeki ve Türkiye’deki somut durumda, emekçi-seküler karakterini koruyan bir Kürt hareketinin sol/sosyalist hareketin destek ve dayanışması olmadan “demokratik ulusçuluk” diye özetlenebilecek amaçlarını gerçekleştirmesi olanaksızdır. Kürt siyasal hareketi içinde bunu gören, emekçi tabanın özlemlerini yansıtan, soldan sosyalizmden etkilenmeye açık bir damar vardır. Daha genel olarak söylemek gerekirse, Kürt hareketi, her düzeyinde farklı sınıfsal ve siyasal eğilimler içermektedir.

Kısaca özetlemeye çalıştığım bu somut koşullar, Kürt siyasal hareketi ile Türkiye sol/sosyalist hareketi arasında ortak amaç ve ilkeler üzerinde mücadele-eylem birliği ve bağlaşıklık aranışının tek adam rejimine karşı mücadelede olduğu kadar, daha uzun erimli hedefler için de yadsınamaz bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Bu topraklarda devrim ve sosyalizm için savaştığını iddia eden hiçbir siyasal özne, emekçi ve seküler karakterli Kürt hareketine sırtını dönemez!

Bu saptamayı keskin bulanların, en azından, Boratav’ın işaret ettiği gibi, Kürt hareketinin laik ve demokratik öğelerinin rejime karşı ortak mücadele içinde olduklarını kabul etmeleri beklenir.

***

Güncelleme için, güncel olmayan bir saptamaya daha gerek var: Kürdistan’ın, Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri arasında paylaşılmasıyla birlikte Kürtler, bu dört devletin aralarına koyduğu ekonomik, siyasal ve kültürel sınır, engel, baskı ve asimilasyon uygulamaları içinde geç ve özgün bir uluslaşma süreci yaşadılar. Bu sürecin öyküsü uzun. Şimdiki durumun yeniliği, dört devletten ikisinin, Irak ve Suriye’nin emperyalist müdahaleler sonucunda çökertilmiş, fiilen üniter devlet olma özelliklerini yitirmiş olmalarıdır.

Daha da ayrıntılandırılabilecek verili koşullarda, başlıca iki nedenle Kürt devletleşmesi somut siyasal bir konu olarak tüm dünya ve bölge aktörlerinin gündemine girmiştir.  Birincisi, dört parçadaki eşitsiz ve bölünmüş Kürt uluslaşma süreci belli bir olgunlaşma düzeyine ulaşmıştır. 40 milyon civarında bir halk kendi yazgısını belirlemek istemektedir.  İkincisi, yeni türden bir emperyalist yeniden paylaşım ve hegemonya kavgası kızışmış, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizileceği bir uluslararası ortam oluşmuştur. Bugünü ve bundan sonrasını doğru anlayıp çözümlemek için bu iki dinamiğin,“iç” ve ”dış” etmenlerin görülmesi gerekiyor. Birini görüp ötekini görmeyen bir bakış körleştirir.

Ortadoğu’nun, özellikle Irak ve Suriye’nin, emperyalistler arası rekabet ve çelişkilerin çatışma alanı haline gelmesi, bölgedeki devlet ve devletimsi örgütlenmelere, irili ufaklı silahlı gruplara, bu aşamada birbirleriyle yenişemeyen emperyalist güçler arasındaki denge ve boşluklardan yararlanarak hareket etme olanağı vermekte, aynı olgunun öteki yüzü olarak da pragmatik, “reel politik” tutumlara yol açmaktadır. Devletleşme aşamasına gelmiş, Kürt siyasal hareketi de bu denge ve boşluklardan yararlanan “çok yönlü” bir strateji güdüyor. Bundan çıkarak, Kürt hareketinin ABD’nin “kara ordusu” olduğunu ilan etmek, ya da emperyalist merkezlerin “stratejik hesaplarına eklemlendiğini” öne sürmek gerçek durumu yansıtmayan, daha çok su kaldıracağı açık olan bir süreci bir noktada donduran, ancı ve toptancı saptamalardır.

***

 Irak ve özellikle de Suriye’deki gelişmelerle birlikte, Türkiye’deki Kürt hareketi siyasal öncelik ve ağırlığını Suriye içine Rojava’ya kaydırmıştır. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonraki dönemin özgün yönü, Suriye savaşlarının Türkiye topraklarına ithal edilmiş olmasıdır. AKP, başkanlığa geçiş aşamasında bu ithalatı bilinçlice yapmış, Kürt hareketi de kanımca yanlış bir değerlendirmeyle AKP’nin savaş ilanına bildiğimiz “hendek savaşları” ile icabet etmiştir.

Bir: Bu yanlış, yalnızca, Kürt hareketinin, hendek savaşlarıyla, Türkiye’deki toplumsal-siyasal zemininin daralmasına değil, aynı zamanda 7 Haziran sürecinde kazandığı “Türkiyeli” siyasal özne olma kapasitesinin de büyük bir darbe almasına yol açmıştır. Deneyimli Kürt önderliği açısından, ağırlığın Suriye’ye kaydırılması bir bakıma zorunluydu.“Yanlış” burada değil, bu bir bakıma zorunlu tercihin Türkiye’ye yansıtılış biçim ve yöntemindedir.

İki: Şimdilik iki parçada cisimleşen, ama Türkiye ve İran’daki gelişmeleri de kapsaması kaçınılmaz olan Kürt devletleşmesi süreci, farklı siyasal etkilere açıktır.  Bir etki kaynağı, devletleşme sürecine el atmış olan emperyalist devletlerdir.  Öteki, kendi özgücüne, “demokratik ulus” programına dayanan bir öznenin sınıfsal ve siyasal kaynağına bağlı kalarak, emperyalist güçlerden birine teslim olmadan varlığını sürdürmesine olanak sağlayan koşullardır.

Üç: Türkiye kaynaklı Kürt hareketinin, Rojava, “Toplumsal Sözleşme”nin girişindeki ilk paragrafında formüle edilen, “(…) Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri, Keldani ve Arami); Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz. Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez. (…)” “demokratik ulus” programı, Kürt devletleşmesi söz konusu olduğunda var olanlar içindeki en ileri programdır. Sorunun düğümü şuradadır: Emperyalistler, bu programı, en başta kötü örnek olacağı için kabul etmezler. Dolayısıyla, Rojava’ya ya da Kürt Hareketi’ne, ABD ve öteki emperyalistler ya da bölge ülkeleri tarafından verilecek her destek, aynı zamanda onu çizgisini değiştirmeye yönelik bir içerik taşıyacaktır.

Dört: Komünistler, öteki koşullar eşitse, halkların küçük ulusal devletlere bölünmesinden değil, daha büyük devletler içinde bir arada örgütlenmesinden yana olurlar. Burada, tayin “hak”ından değil, siyasal tutumdan söz ediyoruz. Özetle, bir bölge devriminin ya da var olan statükoyu, devrimci ilerici yönde bozan bir gelişmenin olduğu koşullarda, var olan devletlerin “toprak bütünlüğü” bizi ilgilendirmez. Hakkın varlığını kabul ise, somutlaşan bir devletleşmeyi desteklemek yükümlülüğü getirmez. Somut durumda söz söyleme, tutum geliştirme hakkımızı saklı tutarız.

Sorunun kritik noktası ve bu yazının son sözü ise şudur: Komünistlerin, gelişmeler karşısında, yalnızca çözümleme yapan, papatya falı açan edilgen bir tutum içinde davranma lüksü yoktur.  Süreç ve Kürt hareketinin antenleri çeşitli etkilere açıktır. Bizim için sorun, işçi sınıfı hareketini, sosyalizmi gelişmelerin yönünü değiştirecek gerçek bir hareket olarak kuvveden fiile çıkarmaktır.