Her ulusun, halkın, hatta topluluğun kendi yazgısını belirleme, ayrı devlet kurma hakkının, komünistler, hatta kendisine “demokratım” diyenler için tartışma dışı olması gerekir. Hakkın varlığını tanımak, her somut durumda şu ya da bu biçimde kullanılmasını onaylamayı/desteklemeyi gerektirmez. Ama bu kayıt da, söz konusu topluluk dışındakilere hakkın kullanımını koşullara bağlama, yok sayma, engelleme yetkisi vermez.
Barzani yönetiminin 25 Eylül’de gerçekleştirdiği referanduma önce bu açıdan bakmak ve Irak Kürtlerinin ayrı devlet kurma hakkına da, bunun için referandum düzenleme yetkilerine de ilkesel olarak karşı çıkmamak gerekir.
Bu referandumu hangi gerekçeyle olursa gayri meşru, geçersiz, “yok hükmünde” saymak, ayrıca apolitik bir tutumdur. Referandumdan yüzde 92.73 oyla bağımsızlığa evet sonucu çıktı. Bu saatten sonra, hiç kimse bu referandumu yapılmamış sayamaz. Türkiye, Irak, İran egemenlerinin ve milliyetçilerinin çıkardıkları gürültü bu gerçeği değiştirmez.
Tarihsel bağlam
Her hak ve özgürlük gibi, Ulusların Kendi kaderlerini Tayin Hakkı’nı da (UKKTH) tarihsel bağlamı içinde ele almak ve dönemlere göre öne çıkan tarihsel eğilimi açıkça ortaya koymak gerekir.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle birlikte, ulusal kurtuluş ve anti-emperyalist mücadeleler kendilerine bağımsız biçimde var olma, yaşama olanağı veren en önemli desteği yitirmişlerdir. Bağımlı ulus devletleri kendi topraklarında egemen devlet olmaktan çıkaran emperyalist müdahalelerle birlikte, başka bir süreç işlemeye başlamıştır. Yeni devletlerin, devletçiklerin kurulması Sovyetler Birliği sonrası emperyalist dünyanın, genellikle halkların zararına işleyen yeni normalidir. Yugoslavya’nın parçalanıp 6 devlete bölünmesi, Irak’ın ve şimdi Suriye’nin fiilen üçe bölünmesi, Afganistan, Pakistan, hatta ideolojik-kültürel olarak üçe bölünen ülkemiz örnekleri, sınıfsal ve bölgesel eşitsizliklerin derinleştiği, emperyalistlerin birbirleriyle dalaştığı bir dönemde, somut toplumlardaki her “ulusal sorunu” çözecek sihirli bir formül olarak UKKTH’nı öne sürmek doğru değildir.
Dahası, dünya kapitalist sistemi bugün çok yönlü, çok katmanlı bir “ulus devlet krizi”nin içindedir.
Geçerken değinilen bu saptamalar, hakkın varlığını tartışmaya açmayı değil, kullanılacağı tarihsel ve uluslararası bağlamdaki değişiklikleri bilince çıkarmayı amaçlıyor.
Nasıl yaklaşmalı?
Bu soruyu yanıtlamak için, Lenin’e, onun ortaya koyduğu üç ilkesel, yöntemsel yaklaşıma başvurmamız gerekiyor:
Bir: Hakkın kendisinin mutlak olması, somut kullanım biçimine dokunulmazlık vermiyor. Komünistler açısından, uygulamada alınacak siyasal tutum, işçi sınıfının ve sosyalizmin genel amaçları ve çıkarları doğrultusunda olmalıdır. Dahası, komünistler, proleter bilincin burjuva ideolojisi tarafından karartılmasına yol vermemek için, ilerici ulusal hareketleri ya da ulusal hareketlerdeki ilerici eğilimleri desteklerler. Ayrılma hakkının tanınması, somut siyasal tutum alırken, hiçbir şekilde ayrılmaya ve burjuva milliyetçiliğine karşı propaganda ve ajitasyon yapmaya engel değildir.
İki: UKKTH ve ayrı devlet kurma hakkı, yalnız mutlak bir “hak” olduğu için değil, aynı zamanda ezen ve ezilen ulus emekçileri arasında etnik ayrımcılık temelinde oluşan güvensizliği kırmanın tek pratik yolu olduğu için savunulmalıdır. Bugün, sorunun bu yönü pratik olarak daha önemlidir. Komünistler buram buram Kürt düşmanlığı kokan bir toplumsal histerinin ortağı olamazlar.
Üç: Ulusal sorun, son çözümlemede her zaman somut siyasal bir sorundur. Lenin’in konuyla ilgili sayfalarca yazıdan sonra vardığı bu sonuç anahtar niteliğindedir. Biliyoruz, yalnız ulusal sorunda değil, tüm siyasal sorunlarda somut durumun somut çözümlemesi başat önemdedir.
Somut durumun somut çözümlemesi için
Onur Emre Yağan’ın, somut durumun bilgisini veren, bu bilgi üzerinden sorunun çerçevesini betimleyen ”Bir referandum neticesi: Şişeden çıkan bağımsızlık cini…” yazısı somut ve güncel durumu iyi özetliyor.
Somut durumun somut çözümlemesini, referandum güncelliğinin ötesinde, daha uzun erimli, dönemsel bir çerçevede tartışmak için ise aşağıdakileri eklemek gerekiyor.
Ünlü Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi ve bunun ayrılmaz bir parçası olarak Kürt ulus devletleşmesi gündemdedir. Cin, gerçekten şişeden çıkmıştır.
Hegemonya boşluğu /kaos koşullarında, büyük emperyalist devletler dahil hiçbir güç, Suriye ve Irak’ta tıkır tıkır işleyen bir “oyun planı” kuramıyor. Bu durumda, en bilinen emperyalist oyun kuralı, “bütün atlara oynayıp hiç kaybetmemek” devreye giriyor. Bu kural ise, diyalektik işliyor. Koşullara, dengelere, dayandığı özkaynakların niteliğine ve niceliğine bağlı olarak “atlar”ın da, dar ya da geniş bir özerk hareket alanı oluyor. ABD ve Rusya’nın aralarındaki güç dengesini "kontrollü ve sürekli istikrarsızlık" denebilecek, zımnen anlaştıkları ortak bir çerçevede kurdukları somut koşullarda Kürt ulusal hareketinin özerk hareket alanı genişlemiştir.
Uluslar da, sınıflara bölünmüş biçimde var oluyorlar. Dolayısıyla, somut siyasal sorun olarak ele alındığında ulusal sorun, aynı zamanda sınıfsal bir sorundur. Egemenler, emperyalistler, komünistler tutumlarını sınıfsal bir yön duygusuyla belirliyorlar.
Barzani önderliğindeki Irak merkezli Kürt hareketi ve PKK, Kürtlerin siyasal geleceğinde başat roller oynamaya aday iki farklı siyasal ve sınıfsal çizgidir. ABD’nin PYD’yi “yedekleyen” askeri harekâtı, referandum konusundaki söylemi yanıltmasın, ABD’nin, İsrail’in ve AKP’nin tercihleri ortaktır: İsrail ve ABD, İsrail’in güvenliğini sağlamak üzere Barzani liderliğinde Kürt tampon devleti oluşturmak istiyorlar. AKP de, son çözümlemede önleyemeyeceğini bildiği Kürt devletleşmesinin Barzani hegemonyasında gerçekleşmesinden yanadır. Yeni rejimi yerleştirmek için milliyetçi, devletçi yönü ağır basan Türk-İslam sentezine muhtaç olduğu için şimdilik esip gürlemesi aldatmamalıdır. Yarın, sınıfsal işbirliği, ticaret ortaklığı öne çıkar.
Barzani önderliğinin ve Barzanistan’ın Ortadoğu halkları yararına herhangi bir gelişmenin öznesi olması, yalnız İsrail-ABD projesi olduğu için değil, sınıfsal nedenlerle de mümkün değildir.
Komünistler, kime destek kime köstek olacaklarına, bölge çapındaki gelişmeleri emekçiler, devrim ve sosyalizm perspektifleri açısından değerlendirerek kararlaştırmak, sınıfsal ve siyasal önceliklere göre belirlemek durumundadırlar.
Sorunun Türkiye ve “bizim” Kürt dinamiği açısından daha somut olarak değerlendirilmesi başka bir yazıya kalıyor.