Bu yazıya seçtiğim başlığın sahibi yıllar önce yazdığı kitaba bu adı veren Aytunç Altındal, genel olarak kültürün çok yönlü bir eğitimin ve toplumun çok yönlü bir gelişmesinin ürünü olarak ortaya çıktığını, hap gibi hazır reçeteler ile kültür edinilemeyeceğini anlatmak istemişti. Az çok ben de bunu anlatmaya çalışacağım için başlığımı onun kitabından aldım.
Genel olarak Türkiye ve özel olarak da Antalya coğrafyası inanılmaz bir tarihi birikime sahip. Oysa bunun tam tersine Avrupa ülkelerindeki yapıların korunması ve estetik yapılaşmanın izine rastlamak ise çok zor. Antalya müthiş bir betonlaşmanın tam ortasında kendi kimliğinden ve tarihinden soyutlanmış bir şekilde büyüyor.
Belediye Başkanı’nın eski ismi Şehremini. Şehrin emini, emaneti üstleneni anlamında bir kelime. Oysa bu şehrin emanetini üstlenen bir Şehremini yok bu şehirde. Öyle olsaydı ucubelerden oluşan bir sirke değil gerçekten kültüre hizmet ederlerdi.
Geçtiğimiz günlerde falezlerin ışıklandırılması ile ilgili bir proje kamuoyu ile paylaşıldı. Falezlerin 3400 metrelik bölümü ışıklandırılacak. Projeye ilk esaslı karşı çıkış doğaseverlerden ve bilim insanlarından geldi. Işıklandırmaya konu bölgede doğal yaşamın tehlikeye gireceği belirtilerek “siz yatarken ışıklarınız açık mı yatıyorsunuz” şeklinde ironik tepkiler verildi.
Oysa Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek yaptığı açıklamada tam tersi bir ton tutturup: ''Yıllardır karanlık olmasıyla eleştirilen falezlerimiz aydınlanacak, Antalya ışık saçacak. Falez aydınlatma projemizle milyonlarca yerli ve yabancı misafirimizi ışıl ışıl görüntülerle karşılayacağız'' diyordu.
Neresinden tutulsa elde kalan bir açıklama bu. İlla ki ışıklandırmak gerekse bile -ki gerekmiyor- o zaman pavyon gibi bir ışıklandırma mı tercih edilmeliydi? Falezlerdeki karanlıktan şikayet eden “halk” ise şayet, bu durumla ilgili gerekli bilgilendirmeyi yapılacağı ve oradaki canlı faunanın göreceği zarar halka anlatılacağı yerde hemen “evet efem” mi denilmeliydi?
Madem “halk” karanlıktan şikâyetçiydi ve bu durumu gidermek istediniz, aşağıdaki yorumları yapanlar da “halk” değil mi? O zaman kim haklı?
''Lütfen, böyle rengarenk, pavyon gibi, göz yorucu bir ışıklandırma olmasın.''
''Güzel bir şey olur mu diye baktım ama bu gerçekten korkunç, yalvarırım böyle bir şey yapmayın.''
''Falezlerde ve kıyı şeridinde yaşayan ve üreyen canlılara yazık etmeyiniz, lütfen onların da yaşamına saygı gösterin, siz uyurken ışıklarınız sabaha kadar açık kalıyor mu?''
''Bence hiç güzel durmuyor tam bir pavyon havası vermiş. Ucuz pavyon efekti olmuş.''
''Anket yapın başkanım. Size oy vermiş biri olarak diyorum ki proje çok kötü görünüyor. Işıklandırma bu değil. Yapmayın karanlık kalsın bari. Pavyon, disko görüntüsü ucuzluk basitlik.''
''Işıl ışıl her yer, her yer sanki pavyon.''
''Güzelim falezleri pavyona çevireceksiniz, bırakın doğal güzelliği ile kalsın.''
Gerçekten halkçılık ile halk kuyrukçuluğu arasındaki fark tam da burada yatıyor. Halk her zaman haklı falan değildir, 12 Eylül sonrası tüm insani değerlerden, bilimden, vicdandan ve sorumluluk bilincinden uzak tutulan halk doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme ve daha da önemlisi bir gelecek tasavvurunda bulunabilme yetisinden bilinçli olarak mahrum bırakılmıştır. Şimdi dünyanın kültür değerlerini halka ulaştırma zamanıdır; vicdanı, insanla birlikte yaşadığımız tüm canlılara saygı duymayı, bilimsel bir bakış açısıyla olayları yorumlama ve anlama kapasitesini kazandırmayı başarmalıyız. Yoksa neon ışıklarından aydınlık bekleyen belediye başkanlarından kültür de beklemek zorunda kalırız ki hafazanallah.