Önümüzde uzanan, “her an her şeyin olabileceği”, en kısasını alırsak iki yıllık döneme yönelik sol politika, işe birtakım temel ayrımlar ve netleşmelerle başlamalıdır.
Bu temel ayrımlar ve netleşme gereken başlıklar şöyle sıralanabilir:
“Jeopolitik okumalar” ya da küresel eğilimler, ülke ölçeğindeki sol politikanın temeli, ana kaynağı olamaz
Bu başlıkta dikkate alınması gereken kimi eğilimlerden söz edilebilir. Dahası, insanlar bu eğilimlerin gerçek karşılığı, olası sonuçları üzerinde tartışabilirler de. Nihayet, geliştirilecek sol politika, söz konusu eğilimlere kendi kurgusunda belirli bir “ihtiyat payı” da tanıyabilir.
Ancak, sol politika bunların üzerine inşa edilmez, edilemez.
Kimilerine göre NATO’da Türkiye’ye yönelik bir saldırı planlanmaktadır… Sonra, Rusya’nın yakın bir gelecekte birdenbire yeniden “komünist” olması da ciddi bir ihtimaldir… Çin almış başını gitmektedir, dünyanın yeni süper gücü olma yolundadır…
İşe en uzak ve fantezik görünenlerden başladık. Tamam, bu tür kurgular da aklımızın bir yerinde olsun diyelim. Ancak, içerde, ülkede bunlardan mülhem bir “sol” politika düşünülemez. Aslında “sol” bir yana politika bile düşünülemez; bunlar olsa olsa milliyetçi-Avrasyacı politikaların tezyinatı (süslemesi) olarak kullanılabilir.
Emperyalist odakların aralarındaki ve kendi içlerindeki çelişkiler ülke ölçeğindeki sol politikanın temeli, ana kaynağı olamaz
Emperyalizmin tarih sahnesine çıkışından bu yana emperyalist odaklar ne zaman tam bir bütünlük oluşturdular ki? Kendi sınıfsal egemenliğinin ciddi tehdide maruz kaldığı uğraklar dışında burjuvazi ne zaman yekpare bir gövde oldu ki?
Bunlar yüzyılı aşkın süredir kapitalist-emperyalist dünyanın bilinen, hiç değişmeyecek gerçekleridir. Başka bir deyişle, ortada nitelikçe yeni bir durum yoktur. Sol politika kapitalist-emperyalist sistemin kendi iç çelişkilerini gözler, dikkate alır, ama kendi hattını bunlardan hareketle çizmez. Çizmesi demek, çelişkili odaklardan birine ya da diğerine yaslanmak, oraya yamanmak anlamına gelir.
Bu da elbette “sol” olmaz.
Güncel sol politika önce kendi hedefini, hedeflerini belirler; karşı tarafın atacağı adımlara ve girişeceği manevralara bu politika ve hedefler temelinde tepkiler verir. Yoksa sol politika, karşı tarafın attığı/atacağı, giriştiği/girişeceği manevralara göre yeniden ve yeniden belirlenmez
Pek çok tartışma başlığı var: Seçimler yapılır mı yapılmaz mı? Yapılacaksa, yerel seçimlerle milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sıralaması değişebilir mi? Sol, cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl bir yol izlemeli?
Bunlar, kuşkusuz önemli başlıklardır. Ancak buradaki olasılıklardan herhangi birine kilitlenip oradan hareketle bir sol politika oluşturulamaz. Sol politika, kendi içinde, her tür olasılık için yer ayıran bir kapsam ve esneklik taşımalıdır. Her seferinde değişmek yerine, her seferinde kendi içinden yanıt üretebilmek…
Sol politika, neyin gerçekçi neyin hayalci olacağı konusunu iyi düşünüp ona göre belirlenmelidir
1968 Fransa’sının “gerçekçi ol imkânsızı iste” sloganını günümüz Türkiye’sine uyarlayalım mı?
İktidarda olmayıp Meclis’te yer alan, yani muhalefetteki siyasal partilerin AKP sonrasında Cumhuriyet’i yeniden temellerine oturtan, çoğulcu parlamenter demokrasiye, onun bir gereği olan kuvvetler ayrılığına sahip çıkan, laikliği gözeten, hukuk devleti ilkeleriyle yönetilen, yargı bağımsızlığının güvence altına alındığı, Kürt sorununu barışçı yollardan çözecek vb. vb. bir Türkiye inşa etme hedefinde buluşmaları fikri, imkânsızı isteyen “gerçekçiliğin” mümtaz bir örneği sayılmalıdır.
Sol, böyle bir vizyonu “gerçekçi” bulanlar karşısında kendi devrimci vizyonunun gerçekçiliğinden kuşku duyma gibi bir hataya düşmemelidir.
AKP ne kadar gidiciyse o kadar kalıcıdır
AKP ve Erdoğan bir şekilde gidecektir.
Ancak, Amerikan korku filmlerinde gördüğümüz, giderken kendini başka bedenlerde var eden yaratıklar gibidir. 15 yıllık iktidar bu ülkenin kimyasıyla oynamış, sermaye sınıfından emekçilere, devlet kurumlarından siyasal partilere kadar her yere kendi rengini çalmıştır. Basit bir örnek: 1960’larda sol düşmanlarının diline pelesenk olan “Amerika gitsin Rusya mı gelsin” sloganı bugün batılı, laik, ilerici, demokrat vb. sayılan kesimlerce bile sahipleniliyorsa bu durum AKP’nin eseridir.
Sonuçta, günümüz Türkiye’sinde “gerçekçilik” adına söylenenlere bakılırsa, solun da kendi gerçekçi hedefinde, devrimci cumhuriyette ısrar etmesi normal, normalin ötesinde zorunluluk sayılmalıdır.