Türkiye’de şu an genel anlamda kooperatiflerin ve “kooperatif hareketin” sosyalizmdeki yeriyle ilgili ciddi bir tartışma olduğunu söylemek mümkün değil. Gene de herkes güncel siyasete odaklı ya, Ovacık’ın komünist belediye başkanının kooperatifçilik çalışmalarından hareketle çeşitli görüşler dile getirildiğine tanık oluyoruz. Belirli çevreler Ovacık’taki çalışmaları özel siyasal duruşları nedeniyle “fasulyeci, nohutçu” diye küçümserken başkaları aynı çalışmaları “komünizm” ya da en azından onun habercisi gibi görüyor.
Burada özel olarak Ovacık deneyimi üzerinde durmayacağız. Amacımız, kooperatifçiliğin sosyalizmdeki yerine ilişkin kimi ipuçları vermek. Ancak, bunun için önce belirli başlıklarda netleşmek gerekiyor.
Birincisi: Konu, kooperatiflerdir. Dolayısıyla, günümüz kapitalizminde meta ilişkilerinin dışına çıkmayı amaçlayan, “ortak olanlar/paylaşılanlar” (“commons) diye bilinen ve kendine mevcut sistem içinde “oyuklar” (“niche”) arayan girişimler ayrı bir konudur.
İkincisi: Konu, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu sistemlerdeki kooperatiflerdir. Dolayısıyla kooperatiflerin sosyalist bir iktidardaki yeri ve rolü gibi başlıklar da konu dışında kalmaktadır.
Üçüncüsü: Konu, yerel yönetimlerin girişimiyle başlatılmış da olsa üretenlerin gönüllü birlikteliğine ve ortaklığına dayanan, doğrudan üreticilerin yönettikleri kooperatiflerdir.
***
İlk tespitimiz şudur: Dünyada olsun Türkiye’de olsun kapitalizmin bugün ulaştığı noktada kooperatifçiliğin “gericilik” olarak nitelenmesi saçmadır. Varsa, kooperatifçilik adına ileri sürülen iddialara ve kooperatifçiliğe biçilen aşırı role en çoğu “fantezi” denebilir, “ütopik” ya da “reformist” denebilir, ama gerici denemez. Gericilik, kapitalizmin geliştiği ve eski yapıları çözdüğü tarihsel süreçlerde bu yapılara tutunma ısrarı için kullanılabilecek bir nitelemedir. Kapitalizmin ve meta ilişkilerinin her dokuya nüfuz etmiş olduğu günümüz koşullarında bu nüfuzun bir ölçüde dışında kalma çabalarına “gericilik” denmesi, özelleşme, metalaşma ve tekelleşme süreçlerini “ilerici” saymakla eş anlamlıdır.
Devam edersek, kooperatiflerin (üretim kooperatiflerinin) kapitalist sistem içindeki rolü ve önemi, başka bir üretim örgütlenmesinin mümkün olduğuna ilişkin örnekler sunmasıdır. Kooperatifler bu anlamda küçük ölçekli “haberciler” sayılabilir. Ancak hiçbir şekilde “başka iki şey daha” sayılamaz: Kooperatifler ne büyüyüp yaygınlaşmalarıyla ülkeyi sosyalizmin eşiğine taşıyacak bir “model” ne de merkezi planlı ekonomiye “alternatif” olarak görülebilir…
Bununla birlikte, kooperatiflerin merkezi planlı ekonomiye alternatif oluşturamayacak olması, sosyalizmin kuruluş sürecinde kooperatiflere hiç yer olmayacağı anlamına gelmez. Ülke ölçeğindeki merkezi planlı ekonominin yerel ayaklarında kooperatif türü örgütlenmelerin varlığı sosyalizmle bağdaşmayan bir yan taşımaz.
Böyle durumlarda mülkiyet her zaman belirleyicidir.
***
Eduard Bersntein’ın “sosyalizme barışçı geçiş” modelinin oturduğu üç ayaktan biri kooperatiflerdi (diğer ikisi sendikalar ve “ekonomik demokrasi”). Bu modele sert bir eleştiri Rosa Lüksemburg’dan geldi. Lüksemburg özetle şöyle diyordu: Kapitalist ekonomide sermayenin üretim sürecindeki egemenliği, piyasa koşullarına göre çeşitli yollara başvurulmasını dayatır; sonuçta emekçilerin oluşturdukları kooperatifler de ayakta kalabilmek için bu yollara başvurmak, kapitalist girişimci rolünü üstlenmek zorunda kalacaktır (https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1900/reform-revolution/index.htm)
Evet, kooperatifçilik gericilik değildir; ama “kapitalizmden sosyalizme geçiş modeli” hiç değildir. Mevcut üretim kooperatiflerinin, sonunda kapitalist işletmelere dönmemek için tüketicileriyle bulabildikleri “oyuklarda” küçük ölçekte kalmaları, daha ötesine geçme teşebbüsünde ve iddiasında bulunmamaları en iyisidir.
Kısacası, “Bakın, bu ölçeğimizle size ilerisi için bir mesaj veriyoruz” denmesi karar, “Bu yolla büyüyüp gümbür gümbür geleceğiz” denmesi ise zarardır.