Komünist yürüyüşün üç sorunu

Ekim Devrimi, emeğin ve insanın kurtuluşu mücadelesinin dünya-tarihsel önemde çok önemli bir adımıydı. Bu adımla, kapitalizmden komünizme yürüyüşün en büyük denemesi başlamış oldu. 1917’den 1991’ye 74 yıllık “kısa yüzyıl”a bu deneme, bu yürüyüş damgasını vurdu.

Son 25 yılın sınıfsal/siyasal iklimini ise Sovyetler Birliği’nin çözülmesi belirledi. Çözülüşle birlikte, dünya ölçeğinde sınıfsal ve siyasal güç ilişkileri değişti; eski güç ilişkileri temelinde oluşup süregelen bir dönem, döneme rengini veren aktörleriyle birlikte sahneden çekilmeye başladı.

Komünist ve işçi hareketi, bugün dünyanın hiçbir yerinde düzeni zorlayan, iktidara aday reel siyasal bir güç değil. İşçi sınıfının, uzun ve zorlu mücadelelerle elde ettiği toplumsal kazanımların büyük bölümü geri alındı. Örgütlülük düzeyi geriledi; mücadele ve yaptırım gücü zayıfladı. Ulusal hareketler ise, Sovyetler Birliği’nin koruyucu, dengeleyici varlığı ortadan kalktıktan sonra emperyalist müdahalelere daha açık hale geldiler. Daha önemlisi, sermayenin hareketinin ulusları aştığı bir tarih kesitinde dünyanın hiçbir yerinde emperyalizme karşı durabilecek, tutunabilecek “ulusal” bir burjuvazi kalmadı.

Bunlar, her biri ayrıca ele alınıp çalışılması, işlenmesi gereken konular. Bu yazının amacı ise dünya devrimci komünist hareketinin bugün yüz yüze olduğu, “bilinçli insan eylemi” açısından önemli olduğunu düşündüğüm üç sorununa giriş yapmak.

Toplumsal travma

İlki, Sovyetler Birliği’nin, büyük bir iç dirençle karşılaşmadan çözülmesi ve bu çözülüşün , ilerici insanlıkta yarattığı travmadır. Büyük denemenin yarı yolda kalması,  milyonlarca emekçinin, ezilenin, ilericinin bilincinde, egemenlerin en önemli ideolojik argümanlarından biri olan, kapitalizmi ortadan kaldırıp, yerine yeni, eşitlikçi, özgür bir toplumsal düzen kurmanın olanaksız olduğu düşüncesini güçlendirmiştir. Büyük kitleler, nedenlerden çok sonuçlara bakarlar: Kapitalizm, kötü olabilir; ama alternatifsiz gibi görünüyor. Komünizm, çok daha iyi bir toplumsal düzen olabilir; ama gerçekleşebilir gibi görünmüyor.

Sovyet sosyalizm denemesinde öne çıkan üç eğilimin, bu sonuç odaklı yargıyı güçlendirdiğini düşünüyorum.

Bir: Sovyetler Birliği’nin sanayileşmeyi başa alan bir ekonomik stratejiden başka seçeneği yoktu. Ancak bu tercih, zamanla, yürüyüşün, özgül ama özünde kapitalist bir ekonomik kalkınma modeline hapsolması noktasına vardı. Sovyetlerin demir çelik üretiminde ABD’yi geçmesi hedefinin komünist topluma gidişin bir ölçüsü olarak sunulabilmesi bu açmazın özlü bir anlatımıdır.

İki: Bu deneyimde proletarya, komünizme doğru yürüyüşün egemeni ve önderi, sorumluluk ve inisiyatif sahibi öznesi olamadı; zaman içinde “kendi” düzenine yabancılaştı. Çözülüşe işçi sınıfından ciddi, eylemli bir karşı koyuşun gelmemesi bunu gösterir.

Üç: Kuruluş sürecinin güvencesi, yürüyüşün öncü siyasal örgütlenmesi olması gereken SBKP süreç içinde bu özelliklerini yitirdi; devrimci bir parti olmaktan uzaklaştı; yönetici bürokratik bir aygıta dönüştü.

Dört: Sovyet deneyimi, komünizme yürüyüşün olmazsa olmazı olan kültür devrimini yapamadı; komünist toplumun yalnız sonucu değil, kurucusu olacak “yeni insan”nın öncüllerini yaratamadı.

Yerleşik algıyı toplumsal ölçekte değiştirmenin yolu, bugün daha derin teorik çözümlemeler yapmaktan, daha iyi “söz”den çok, bugünkü mücadele ile komünizm hedefi arasındaki ilişkiyi yeniden kuran ideolojik, kültürel, siyasal pratik atılımlardan geçiyor.

İşçi sınıfına ne oldu?

İkinci büyük sorun, Marksizmin, toplumsal devrimin öznesi olarak tanımladığı evrensel sınıf proletaryanın son 30-40 yıldaki durumundan kaynaklanıyor. İşçi sınıfı, dünya çapında, “olayların” odağında değil; yükselen bir hareketlilik ve mücadele içinde olduğu da söylenemez. Bu ve benzer nedenlerle, teorik bir haklılık, yerindelik içerip içermemesinden bağımsız olarak, “işçi sınıfına ne oldu?” sorusu zihinlere takılmış durumdadır.

Kuşkusuz, sınıf mücadelesi, kapitalizmin olduğu her yerde, emekle sermayenin doğrudan çarpışmadığı durumlarda da sürüyor. Dünyanın birçok yerinde işçilerin giriştiği grev, işgal, protesto eylemlilikleri var. Dünyanın her yerindeki kitlesel mücadele ve toplumsal muhalefet hareketlerinde proleterler yer alıyor. Ne var ki, bunlar on dokuzuncu yüzyıl ortalarından yirminci yüzyılın son çeyreğine kadarki tarih kesitinde olduğu gibi sanayi proletaryasının sınıfsal, örgütsel, kültürel damgasını taşımıyor.  Büyük sayıda sanayi işçisinin, büyük ölçekli sanayi işletmelerinde sürekli istihdam edildiği, bu proleter birliklerin bir ordu düzeniyle mücadeleye, grevlere, eylemlere giriştiği dönemlerden farklı olarak, proletarya bugün sürekli olarak büyüyen, ama endüstriyel yoğunluğu azalmış,  çalışma birimleri küçülmüş, ayrıntılı işbölümüyle, düzensiz ve güvencesiz “iş”le birbirinden koparılmış, kısa erimli çıkarları farklılaşmış, çok katmanlı, heterojen bir sınıftır. Toplumsal proletaryadır. Bu durumun ve daha birçok yeni gelişmenin sonucu olarak sınıf mücadelesinin,  sınıf örgütlenmesinin koşulları değişmiş, eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde karmaşıklaşmıştır.  

Bunun anlaşılması, bilince çıkarılması, üzerinde düşünülmesi, yeni koşullara uygun ideolojik mücadele, propaganda yöntemlerinin, yaratıcı mücadele ve örgütlenme yollarının bulunması gerekiyor. Bu konuya sonraki yazılarda döneceğim.

Henüz devrimci olmayan “kaotik” durum

Lenin “devrimci durum” konusuna1915’te yazdığı “İkinci Enternasyonalin Çöküşü” makalesinde şu cümleyle girmişti: “Bir Marksist için devrimci bir durum olmadan devrim olanaksızdır; bu tartışma götürmez.” Lenin’in tanımına göre devrimci durum, sıkıntı ve çileleri olağanın üstüne çıkan alt sınıfların eskisi gibi yaşamak istemediği, üst sınıfların aralarında çıkan bunalım nedeniyle eskisi gibi yönetemediği, olağan koşullarda duruma sessizce boyun eğen kitlelerin eyleminde dikkate değer bir yükselişin, bağımsız tarihsel eylemin ortaya çıktığı nesnel bir durumdur. “…Her devrimci durum devrime yol açmaz. Devrim, … nesnel değişimlere öznel bir değişikliğin, yani , devrimci sınıfın, hiçbir zaman, bunalım döneminde bile yere çalınmazsa düşmeyecek olan  eski hükümeti devirecek güçte kitle eylemi koyma yeteneğinin eşlik ettiği bir durumdan doğar.”  (Toplu Yapıtlar, İngilizce, Cilt:21, s.213- 214) Devrim, nesnel koşullarla öznel öğenin birleştiği uğrakta gerçekleşebilir. Devrimci durum, bir devrimin nesnel koşuludur. Hiçbir örgüt, hiçbir parti,  hatta tek bir sınıf kendi isteği ve çalışmasıyla devrimci durumlar yaratamaz.

Lenin bu yazısında Rusya’da değil, Avrupa’da devrimci durumu tartışıyor. Savaş başlamıştır ve Lenin’e göre, ileri ülkelerin çoğunda devrimci durum vardır. “Bu durum ne kadar sürer, ne derecede keskinleşir, bir devrime yol açar mı, bunları bilemeyiz , hiç kimse de bilemez” diyor.

Bu notlarla, devrimci durum kavramının ülke değil kıta çapında düşünülüp formüle edildiğini anımsatmış oluyorum. “Zayıf halka” da böyledir. Zincirin tümünde sürtünme, aşınma olmadan halkalar zayıflamaz!  Elbette, birçok etmenin bir araya gelmesiyle, tek tek ülkelerde, bundan birkaç yıl önce Yunanistan’da olduğu gibi devrimci durumlar oluşabilir. Ama bugünün dünyasında, yine Yunanistan deneyiminin gösterdiği gibi, tek tek ülkelerdeki devrimlerin geleceği çok büyük ölçüde bölge ya da dünya çapında devrimci durumlara bağlı görünüyor.

Dünya bugün, emperyalist bir paylaşım ve hegemonya savaşının içinden geçiyor. Süreç son derece kaotiktir. Henüz devrimci değildir. Üst sınıflar, yönetenler içindeki krizin, bu anlamda eskisi gibi yönetme sıkıntısının varlığına rağmen, sömürülen, ezilen sınıfların tarihsel bağımsız eyleminde gözle görünür bir yükseliş yoktur. Birikmiş adaletsizlik, işsizlik, geleceksizlik kaygısı bir devrimci duruma dönüşmediği, yükselmediği zaman toplumsal bir dağılmaya, çürümeye de yol açabiliyor.

Bunun en önemli nedeni, siyasallaşmış işçi hareketinin, aynı anlama gelmek üzere devrimci-komünist hareketin ideolojik ve siyasal zayıflığıdır.

Öte yandan, yine daha sonra açmak üzere, kaydederek geçelim, dünya yeni devrimci durumlardan hiç de uzak görünmüyor.

Komünist birikimi damıtmak, bugünkü gereksinmelere yanıt verecek sentezler süzmek, güç biriktirmek, geniş proletarya gövdesi içinde köprü başları tutmak, “sonuncu kavga”ya çok yönlü hazırlanmak gerekiyor.

Tarihin defalarca gösterdiği gibi, devrimci durumlar kaçınılmazdır ve “şans” devrimci durumlara hazır olanlara gülüyor.