Yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada öyledir: İnsanlar, verili somut durumu ya da tarihsel bir gerçekliği olduğu gibi yansıtmayıp bunun bir adım ötesine geçen fikirlere “teori” demeye pek meraklıdır.
Buradan “komplo teorilerine” geleceğiz…
Denecektir ki “ha onlar başka, onlar gerçekten teoridir…”
Belki “komplo teorisi gerçek teorinin doruk noktasıdır” diyen bile çıkacaktır.
Üretken gazeteci Soner Yalçın bunu demiyor elbette, ama komplo teorilerine özel bir değer verdiği açık. Örneğin, bu teorileri “derinlikli düşünce” ürünü sayıyor ve hayıflanıyor: “Olağanüstü bir zekâ, bilgi/kanıt ve yaşam pratiği gerektiren ‘komplo teorileri’ bizim ülkede hep küçümsenir; gülünç bulunur!” (*)
Doğrusu biz kendi adımıza ne küçümsüyor ne de gülünç buluyoruz…
Ancak, Yalçın’ın dediği kadar değer biçmediğimiz de kesindir.
Sadece, bu tür yaklaşımların “teori” değil ancak hipotez sayılabileceğini, ihtiyatlı olmak ve kafayı bunlara kaptırmamak gerektiğini söylüyoruz. Hele siyasetin kesinlikle bu tür “teoriler” üzerine inşa edilemeyeceğini vurguluyoruz.
Yalçın’ın son çalışmalarından birinden hareketle örneklemek gerekirse, örneğin biz “Türk milliyetçiliğinin özünü değiştirip meseleyi anti-komünizme indirgeme” işinin Türkiye’de 1959 yılında göreve başlayan CIA ajanı Ruzi Nazar’ın eseri olduğunu düşünmüyoruz (Soner Yalçın, Galat-ı Meşhur, Kırmızı Kedi, 2016, s. 221). Keza, IŞİD’ın Kuzey Suriye’de bir Kürt koridoru açılsın diye devreye sokulduğu tezi de bize fazla zorlama geliyor (a.g.e. s. 350).
Gelgelelim, yaşadığımız dönemin dünyasında ve Türkiye’sinde “komplo teorilerinin” ve konspiratif tezlerin alıcı bulmasının kaçınılmaz olduğunu da görebiliyoruz.
Başlıca nedeni, 16. yüzyıldan kalma Gresham Yasası’nın bir versiyonunun günümüz düşünce dünyasındaki geçerliliğidir.
***
Gresham yasası…
Her ikisi de 1 TL değerinde iki madeni para düşünün. Ancak bu paralardan biri altındanken diğeri başka ve daha düşük değerde bir madendendir. Bu durumda insanlar daha değerli olan 1 TL’yi saklayarak diğerini kullanacak, dolaşımda daha değersiz paranın ağırlığı artarken “kötü para iyi parayı kovmuş” olacaktır…
Bir yaklaşımdır, kalkış noktasıdır ve durum konumuz açısından tam da böyle değildir. Yani komplo teorileri, evet, “kötü paradır”, ama “iyi parayı” yani gerçek teoriyi kovmasına gerek kalmadan piyasaya egemen olabilmektedir. Çünkü ortada iyi, daha doğrusu gelişkin teori üretilebilecek ortamlar yoktur.
Burada kastımız, dünyanın bugünkü seyrine, işleyen dinamiklerin özüne ve geleceğe ilişkin eli yüzü düzgün teorilerdir.
Bunların olmadığını ve olmasının nesnel zemininin (henüz) bulunmadığını söylüyoruz.
Kısacası, bugünkü durumda kötü para iyi parayı kovmuyor, iyi paranın olamayacağı koşullarda Abdurrahman Çelebi sayılıyor.
***
Peki, “sürdürülebilir istikrarsızlık” kavramına ne dersiniz?
Kavram Hakan Güneş’e aittir. Güneş bu kavramı Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölge bağlamında şöyle açıklamaktadır: “Sürdürülebilir istikrarsızlık, bölgeye tam bir barışın, refahın vb. gelmesini değil, sürekli birinin diğerine karşı gergin bir şekilde tutulduğu, çatıştığı, bazen savaştığı bir denklem kurmak demektir. Yani istikrarsızlık sağlayacak bir denklem kurmalı, ancak bunun sürdürülemez bir düzeye çıkmasına yahut örneğin mülteci akını gibi yan etkilerinin ortaya çıkmasına da mümkünse izin vermemelisiniz.” (Suriye ve Türkiye İlişkilerinde Geçiş Dinamikleri, Ortadoğu’yu Anlama Kılavuzu içinde, Derleyenler: İbrahim Varlı-Can Uğur, Birgün Kitap 2016, s. 82).
Evet, bu bir teori değildir; bir tespit, bir değerlendirmedir. Ama bizce doğrudur ve pratik siyasete ışık tutması açısından yine bölgeye ilişkin çeşitli komplo teorilerinden çok daha değerlidir. Öyledir, çünkü bölgede hiçbir şey önceden tasarlanmış ayrıntılı bir plan dâhilinde tıkır tıkır yürümemektedir. Üstelik örneğin Albay Ralph Peters’ın haritasından geleceğin “Akdeniz’e çıkışı olan” Kürdistan’ına, Şangay Beşlisi’nin bölgede kendine bir eksen bulmasından ABD’nin aslında Orta Doğu’dan çok Pasifiğe odaklandığına vb. ilişkin kafalarda olan gerçek ya da gerçek dışı her tür senaryo bu “sürdürülebilir istikrarsızlık” tarafından öncelenmektedir ve hepsi bu istikrarsızlığın (olursa) sonucuna bağlıdır.
Daha önce de yazmıştık, tekrar edip bitirelim.
Birincisi: Dünyada ve Türkiye’de sınıf hareketi yeniden canlanıp/bugünkü mecrasından çıkıp tarihsel mecrasına girmedikçe teorik boyut güdük, meydan da komplo teorilerine kalacaktır.
İkincisi: Sınıf hareketinin yokluğunda bile dönem “ne olursa ne olur” diye düşünmekten çok “biz ne yaparsak nasıl olur” diye düşünüp gereğini yerine getirme dönemidir.