Türkiye çok zor günlerden geçiyor.
Bu değerlendirmenin iktidar sahiplerinin “birlik-beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günler” sözleriyle en küçük bir ilgisi yok. Tam tersine, açıkça söylemek gerekirse, iktidarın içinden geçtiğimiz günleri, bizlerin yüreklerini yakan her gelişmeyi “allahın bir lütfu” olarak görüyor olması öfkemizi katlayan ek bir faktör.
Türkiye geçmişi bir yana bırakalım, son 1,5 yıldır bir katliamlar ülkesine dönmüş durumda ve bu tablodan iktidar dışında herkes sorumlu tutuluyor, ülkemizi bu hale getirenler ise her seferinde zeytinyağı gibi üste çıkmayı başarıyor.
Türkiye bir yangın yerine dönmüş durumda, yarın ülkemizin başına nasıl bir bela geleceğini tahmin bile edemeyecek durumdayız öte yandan iktidar bu süreci elini olabildiğince kuvvetlendirmek için kullanıyor.
Kolay yollar
İçinden geçtiğimize benzer zor günlerde, geniş kitleler ve hatta örgütlü güçler dar alanlara sıkıştırılır ve en ilkel reflekslerle hareket etmeleri sağlanır.
Örneğin geçen hafta yaşanan bombalı saldırı sonrasında Türkiye’de yapılacak en kolay şey Kürt düşmanlığıdır. Tıpkı, dört bir yandan Kürt illerine saldırıldığı dönemde bir Kürt’ün en basit tepkisinin tüm Türkleri düşman görmek ve bu saldırıların intikamını tüm Türklerden almak istemesinde olduğu gibi…
Örneğin iktidarın kullanılabilecek tüm araçları devreye soktuğu bir anda, “artık kaybettik, yapacak bir şey yok” diyerek uygun şartlar belirene kadar geri çekilmek, mümkün olduğunca hedef haline gelmeyecek bir çizgi belirleyip orada durmaya çalışmak. içinde bulunduğumuz dönemde pek sık akla gelen bir diğer kolay yoldur.
Ya da daha kötüsü örneğin “milli seferberlik çağrısı” yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında sıraya geçip, ülkemizi hedef haline getiren yedi düvele karşı sözde Kurtuluş Savaşı’na katılmak da mümkün.
Bu ve benzeri yolların hepsi ülkemizi felakete, emekçi halkımızı ise büyük bir yenilgiye doğru sürüklüyor.
Doğru olan, haklı olan güçlenmeli
Tüm bu baskılara, zora, bombalara ve kana rağmen gerçekleri, doğru olanı savunmak zorundayız. Milliyetçiliğin, dinciliğin halklarımızı karşılıklı olarak düşmanlaştırmak ve iktidarın ekmeğine yağ sürmek dışında bir anlamı olmadığını anlatmak zorundayız.
Kent merkezlerinde patlayan bombalardan esas olarak iktidarın sorumlu olduğunu, ancak buna rağmen her patlayan bombanın iktidarın eline yeni bir koz verdiğini bıkmadan, usanmadan, yorulmadan anlatmak zorundayız.
İktidarın temel stratejisi; baskı, şiddet ve zor ile insanları yalnızlaştırmak, bu sayede teslim almak olarak netleşmiş durumda. Bunun karşısında tüm gücümüzle, emekçi halkın birliğini, dayanışmasını ve örgütlülüğünü kuvvetlendirmek dışında bir şansımız yok.
Kolay olanı seçenler için yenilgi kaçınılmazdır, ancak gerçekleri savunmak da kazanmak için yeterli değil. Gerçeğin, doğrunun, haklının güçlendirilmesi, gücünün etkin kullanımı için de örgütlenmesi gerekiyor.
Başkanlık engellenebilir
Beşiktaş’ta bombaların patlamasını takip eden ilk dakikalarda, saray yalakalarının hemen Başkanlık propagandası yapmaya başlaması bir tesadüf değil. Önümüzdeki dönem yaşananacak her tür olumlu ve olumsuz gelişme Başkanlık tartışması için bir koz olarak kullanılacak.
Kolay yol, bu iktidarın bu kadar önemli fırsatlar yakalamışken artık yenilemeyeceğine ikna olmak ve bu kavgaya girmememin yollarını aramaktır.
Kolay yol, bu tabloda “biz neyi değiştirebiliriz ki?” diye kendine ve daha önemlisi halka güvensizlik temelinde kenarda durmaktır.
Oysa gerçek burada da tam tersidir.
Türkiye’nin yaşadığı ve yaşayacağı tüm felaketlerin sorumlusu olan bu iktidarın hedefine ulaşması engellenmelidir ve daha önemlisi engellenebilir.
15 yıllık iktidarına, tüm olanakları kullanmasına, mümkün olan en üst düzeyde baskı, zor ve şiddet araçlarını devreye sokmasına rağmen toplumun en az % 40’ının tam boy karşısında durduğu bir iktidarla mücadele ettiğimizi unutmayalım.
Bu büyük bir olanaktır.
Sermaye iktidarlarının yıkılışı sadece çıplak biçimde emek ve sermaye kuvvetlerinin yan yana gelmesiyle olmaz. Pek çok örnekte düzenin krizi, devrimcilerin müdahalesiyle derinleşmiş ve emekçilerin kurtuluşuna giden yol buradan açılmıştır.
Burada altı çizilmesi gereken yer devrimcilerin müdahalesidir.
Türkiye bugün böyle bir noktadır.
Tam bu nedenle, devrimciler görev icabı değil kazanmak için, zafer perspektifiyle etkin biçimde “Hayır” çalışması yürütmelidir.
Attığımız her doğru adımın bizi, iktidarın yıkılışına bir adım daha yaklaştırdığını düşünerek hareket etmeliyiz.
Gün, emekçi halkın, yoksulların, alınteri ile yaşayanların “Hayır” mücadelesinin en etkin gücü olarak devreye girmesi günüdür.