“Program” üst başlığı altında, bugün “neyi”, “nasıl” yapmalı sorularına yanıtlar arıyoruz. Son iki yazıya gelen olumlu ve eleştirel tepkiler, sorular çok değerli ve heyecan verici.
Gelen eleştirilerden kimileri şöyle: Bunlar “yeni” de olmayan, güncel sorunlardan uzak “soyut”, “maksimalist” hedef ve saptamalar. Bir yandan, dünyada ve tek tek ülkelerde devrimci durumlar uğrağında olmadığımızı söyleyip, öte yandan komünist program tartışması açmak çelişkili ve bugünün sorularına yanıt vermeyen bir davranış. Şöyle diyenler de var: Saptamalar, öncelikler doğru ama, bunlar “kim, nasıl” yapacak soruları yanıtlanmadığı sürece durumları değiştirmezler.
Eleştiri, görüşlerin billurlaşmasına hizmet ettiği ölçüde verimli bir yöntemdir. Teorinin ve eleştirinin denek taşı pratiktir. Dünyayı değiştirmek için yeniden yorumlamak, bu anlamda teori, bugünün çetin pratiğidir.
Bu yazı, eleştirileri yanıtlamaktan çok, saptama ve tezleri daha açık, daha anlaşılır biçimde ifade etmeyi amaçlıyor. “Nasıl” sorusuna daha sonraki yazılarda geleceğiz.
***
Geçen yazımda, bugünkü durumu “dünyada kaos, komünist, sol harekette likidasyon!” olarak tanımlamıştım. Bu durum, dünya-tarihsel bir sürecin sonucudur. Duruma teslim olmayıp, devrimci yola devam etmek isteyenler için sorulması gereken soru, sol ve komünist hareketin likidasyon zincirini kırmakta neden bu ölçüde geç ve atıl kaldığıdır.
Bu soruya, herkesin açık, net, sonuçlarından korkmayan yanıtlar vermesi gerekiyor.
Kanımca, kısa ve öz yanıt şudur: Programımız eskimiştir! “Eskimek”ten kastım, “eski dünyanın” paradigmalarıyla yazılan program ve pratiklerin, güncel kapitalizmin yol açtığı yeni çelişki ve sorunlara, toplumsal proletaryanın, genel olarak ilerici insanlığın gereksinme ve arayışlarına yanıt veremez hale gelmiş olmasıdır. Bugünkü kopukluğun en önemli nedenlerinden biri, kanımca budur!
Nelerin, nasıl değiştiği, dünya kapitalist sisteminin bugünkü durumu devasa bir konu. Burada beş önemli dönüşümü anımsatmakla yetinelim: Bir: Yeni bir sermaye birikim modeline geçiş süreci ve bunun yol açtığı kaotik dünya durumu. İki: “Küreselleşme” ile birlikte sermayenin hareketinin ulus devletleri aşan bir evreye ulaşması. Üç: Sovyetler Birliği’nin çözülüşü. Dört: Bilimin, bilgi ve enformasyonun en önemli üretici güç haline gelmesi. Beş: Yeryüzünün ekolojik bir yıkıma doğru yol alması. Bu süreç ve dönüşümlerle birlikte emek-sermaye çelişkisinin, birbirine karşıt iki toplumsal düzen/düzlem olarak kapitalizm-komünizm karşıtlığının kimyası, içeriği, büründüğü biçimler de değişmiştir. 50 yıl öncesinin program mantığıyla, bir yeni toplum tasarımı geliştirmek de, toplumsal proletaryayı, ilerici birikimi ayağa kaldırmak da olanaklı değildir.
***
Komünist programdan kastettiğimiz, komünist toplumun kuruluş/inşa programı değildir. Böyle bir program bugünden üretilemez. “Program”dan, bugünkü toplumu aşma kapasitesi taşıyan sınıf ve siyaset dinamiklerinin, verili nesnelliği, amaç ve mücadele hedeflerini belirleyen saptama, hedef ve istemler dizgesini anlıyoruz. Bu çerçevede, bir komünist programın üç temel üzerinde yükseltilebileceğini düşünebiliriz: Eleştiri, yeni toplum tasarımı ve pratik mücadele.
Bugünkü toplumun bütünsel bilgi üzerinden köktenci eleştirisi ilk hareket noktasıdır. Sonuçları değil, nedenleri öne çıkaran, nedenlerle sonuçlar arasındaki bağı kuran ve gösteren, tüm bu ilişkilerin yok edilmeyi hak ettiğini cesurca öne süren köktenci eleştiri… Bugün bu temel çok zayıflamıştır. Teorik ve pratik eleştirinin yerini, yakınma, yitirilen kazanımların iadesini talep etme, düzen içi çelişkileri reformcu taleplerle yumuşatma refleksleri almakta, bu da bir tür ara akım “teknolojisi” üretmektedir.
İkincisi, bugün, on sekizinci yüzyılın ütopik sosyalistlerinden farklı olarak, insanlığın birikmiş genel toplumsal bilgi ve akıl kapasitesinin, general intellect’in, başka deyimle bilim ve teknolojinin koşullarını hazırladığı yeni bir toplum düzenini, gerçekleşebilir, bilimsel olarak öngörülebilir bir tasarım olarak kurgulama olanağı artmıştır. Bilimle komünist ütopyanın kesişim noktasında programın bu boyutu ile ilgili yeni olanaklar doğuyor. Öte yandan, belki de 200 yıldır ilk kez, komünist ütopyanın bu ölçüde etkisiz ve cansız olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Üçüncüsü, toplumsal proletaryanın ve öteki ezilen toplumsal kesimlerin acil, yaşamsal, siyasal, ekonomik sorun ve istemlerinden yola çıkan, sermaye düzeniyle bu istemler arasındaki uzlaşmazlığı açığa çıkaran, kitlelerin bu uzlaşmazlığı sınıf mücadelesi içinde kendi deneyleriyle öğrenmelerini sağlayacak nitelikteki mücadele hedefleridir. Mücadele hedeflerinin öncelikli muhatabı, devlet ve hükümetler değil, bu hedeflerin gerçekleşmesinden çıkarı olup da henüz bunları “gerçekçi” bulmayan sınıf ve katmanlardır.
***
Buraya kadar yazılanların, somut anlatımı olarak birkaç örnek verelim. Örneğin, bilgi ve enformasyon üzerindeki sermaye tekelinin kaldırılması, sıfır karbonlu üretim, çalışma saatlerinin ciddi oranlarda düşürülmesi, finans sisteminin toplumsallaştırılması, kent ve yurttaşlık hakkı, belli miktarın üzerindeki tüm gelirlere toplum adına el konulması, ev içi emeğin karşılığının ödenmesi gibi, kapitalist toplumun teorik çerçevesini aşmayan ama pratik sınırlarını açık eden istemler bugün ülkemizdeki sol komünist parti ve örgütlerin programlarında yer almıyor. Daha onlarcası sayılabilir.
Öte yandan, örneğin son yıllarda Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede “internet özgürlüğü”, “bilginin parasız paylaşımı”, “bilgiye parasız ulaşım”, “kişisel yaşamın özelliği” vb. istemlerle kurulan “Korsan Partiler”, özellikle gençlerden ciddi destek alıyorlar. 18 Eylül 2011’de yapılan Berlin eyalet parlamentosu seçimlerinde Korsan Partisi yüzde 8.9, Aşağı Saksonya’daki yerel seçimlerde yüzde 16.9 oy aldı. Korsan Partilerin, bilebildiğim kadarıyla en küçüğü yüzde 2 civarında bir desteğe sahip. Bu oran, Türkiye’de sosyalist solun toplam oyundan fazla.
Yalnızca bu örnek bile, burada ancak birkaçını sayabildiğim “zamanın ruhuna” uygun taleplerin toplumsal karşılığı olduğunu gösteriyor.
2013 Haziran isyanında dışa vuran genç enerjinin neden siyasallaşmadığı, neden var olan siyasal örgütlerimize yönelmediği sorularına yanıt ararken programlarla bu genç kuşağın reel istek ve arayışları arasındaki mesafe üzerinde de düşünmek gerekiyor.
Devam etmek üzere.