KKK, DDT ve sonrası…

Kaotik, kanlı ve karanlık  (KKK) bir dönemden geçiyoruz.

Büyük emperyalist güçler henüz birbirleriyle doğrudan savaşmıyorlar. Başta ABD ve Çin olmak üzere hepsinin hızla, ileri teknolojilerle silahlandığı, savaş literatürüne “vekalet savaşları”, “hibrit savaşlar” gibi kavramların girdiği, nasıl gelişeceğini kimsenin bilemediği tuhaf bir savaşın içindeyiz.

Emperyalist kapitalizm yalnız sermaye değil, sürekli olarak şiddet, patlayıcı madde biriktiren bir dünya sistemidir. Eşitsiz gelişme, rekabet ve güce dayanan paylaşım barışçıl bütünleşme eğilimlerine baskındır. Lenin’in Kautsky ile tartışmasında, “ultra-emperyalizm” görüşüne karşı çıktığı nokta burasıdır: Barışçıl bir emperyalizm olamaz!  Lenin, iç çelişkileri ve bu karakteri nedeniyle, emperyalizmin teorik olarak mümkün “ultra-emperyalizm” evresine gelmeden içinden patlayacağını öngörmüştü. Öngörüsü doğru çıktı. Sistem, 1914’te ve 1939’da iki kez patladı.

Üçüncüsünün eşiğindeyiz.  

***

Benzerlikler de var ama, bugünkü savaş, yüz yıl öncekinden birçok bakımdan farklı. En önemli iki farkın altını çizelim: Bugünkü savaşı, “iç savaşa” çevirme çağrısı çıkaracak, gereğini yapacak odak ya da merkezler yok. İlk iki savaştan farklı olarak, emperyalist kapitalizmin karşısında örgütlü-güçlü bir işçi sınıfı hareketi, etkili bir toplumsal akım olarak sosyalizm,  devletleşmiş sosyalist iktidar olarak SSCB yok. Ama ikincisi ve daha önemlisi, bu kez, sistemin iç çelişkileri ileri derecede derinleşmiş, teorik ve tarihsel sınırları bir uygarlık krizi olarak belirginleşmiş, hegemonya boşluğu ve sistem krizi tüm dünya ilişkilerini belirsiz, öngörülemez, kaotik bir ortama sürüklemiş durumda. Böyle uzun süre devam etmesi olanaksız,  yeni doğumlara gebe bir dünya bu.

Bu çelişkili ortamın paradoksal sonuçlarından biri, kurulu düzenin (establishment); “neo-liberal” de dediğimiz yeni sermaye birikim rejiminin yıkıcı sonuçlarını yaşam geçim koşullarında, etinde canında  duyan, “denize düşen” milyonlarca insanın “yılan” a sarılmasıdır. Avrupa’da sağcı, ulusalcı akımların güçlenmesine, Brexit’e, ABD’deki “Trump olayı”na,  ölümsever distopyacı IŞİD’ın dünyanın her yerinden eleman devşirmesine bir de bu açıdan bakmakta yarar var. Başka seçenek göremeyen kitleler kurulu düzene, statükoya aykırı ya da karşı görünenlere yöneliyorlar. Trump’ın ne yapacağıyla ilgili kurgulardan önce sorunun bu yönüne dikkat vermek iyi olur. Bill Gates’in ve Bülent Eczacıbaşı’nın son söyledikleri  sermayenin bu durumun farkında olduğunu gösteriyor.

Solun bıraktığı büyük bir boşluk var ve siyaset boşluk tanımıyor!

***  

Türkiye’nin bugünkü özgünlüğü, 14 yıllık AKP iktidarının bir yandan düzeni, devleti tek kişide (DDT) cisimleştirip, “devletin bekası”, “vatan savunması” uğruna, 90 yılın sonunda İslamcılarla, kendilerine hak etmedikleri biçimde “cumhuriyetçi” diyen çürümüş eski rejim güçlerinin tarihsel uzlaşmasını gerçekleştirirken, bir yandan da kendisini hâlâ kurulu düzene, statükoya karşı çıkan, ABD’ye, AB’ye posta atan bir konumda gösterebilmesidir. Seçmen desteğini koruyabilmesinin altında bu pozisyonun avantajları ve düzen içi muhalefeti kendisine benzeterek etkisizleştirmesi var.

Siyasette çıplak şiddetin, dayatmanın başlı başına bir güç olduğunu, ana “düşman”a yönelirken karşıtlarını bölme taktiklerini öğrenen, içerideki-dışarıdaki dost ve düşmanlarının güçlü-zayıf yönlerini bilen ve sonuna dek “değerlendiren”, pragmatizmde, siyasal demagojide sınır tanımayan bir siyasetçi olarak Erdoğan’ın, devleti ve düzeni kişiliğinde cisimleştiren hünerli biri olduğu açık.

Bu tür hünerlerle yapılabileceklerin ise sınırları var.

 “Stratejik derinlik” ve yeni Osmanlıcılık senaryoları iflas etti.  Suriye siyaseti, “Ortadoğu’ya giren, Ortadoğu’yu içine alır” sözünü doğrular çizgide gelişiyor. Efelenmeler içeride işe yarıyor; Suriye, Irak, Kürt siyasetlerinde ters köşe olmayı ise engelleyemiyor. 15 Temmuz, devlette ve özelikle TSK’da dağılmalara yol açtı. İç disiplini sarsılmış, hiyerarşisi bozulmuş, üst komuta kademesi prestij, özgüven ve inisiyatif yitimine uğramış moralsiz bir ordu ile iç ve dış savaş yürütmenin zorlukları ortada.  

“Allah’ın bir lütfu” olarak sonuna dek sömürülen 15 Temmuz yakıtı tükenmek üzere. Bu toplumun, Kürt savaşının, faşist baskı ve terörün yarattığı zulüm, çile ve yarılmayla uzun süre yaşaması olanaklı değil.

Şiddet ve saldırganlığın altında büyük bir korku var.

Korkularını gerçekliğe dönüştürmek için, rejim ve düzen karşıtlarının, her türlü şiddete, zorbalığa, hak ve hukuk ihlaline karşı hiçbir ayrım yapmadan yumruk gibi hep birlikte eylemli biçimde karşı durması, ama aynı zamanda Erdoğan ve AKP sonrasının programını üretmesi gerekiyor. 

Dünya ve Türkiye, yeni bir toplumsal düzene geçişin sancısını çekiyor.