“Kimin işine yarıyor, asıl ona bakmak lazım…”
Bu sözü, büyük insan kıyımına yol açan olaylardan sonra hep duyarız. Yakın dönemde Suruç’ta, Ankara’da ve en son Paris’te yaşananlardan sonra da böyle oldu…
“Yanlıştır” denemez, “pek fazla şey ifade etmediği” söylenemez; ama kimin işine hangi yönden nasıl yaradığı konusunda çok çeşitli, üstelik kimileri birbirine ters düşen açıklamalarla karşılaşma gibi bir ihtimal de vardır.
Orası ayrı bir başlık… Bizse, giderek yaygınlaşan kör şiddet ve terör eylemlerinin nasıl bir döneme ya da ortama denk düştüğü, neye işaret ettiği üzerinde fikir yürütmeye çalışacağız.
***
Bugün insanlık 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzeredir.
Gerçi binyıl dönemecinin üzerinden henüz 15 yıl geçmiştir; ancak Hobsbawm’ın dediği gibi, 20. yüzyılı sosyalist sistemin ve iki kutuplu dünyanın sona erdiği 1990-91 yıllarında kapatıp yeni yüzyılın açılışını buradan yapmak akla yakın geliyor. Böyle kabul edersek, 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzere olduğumuzu söyleyebiliriz.
Önermemiz ise şudur: 21. yüzyılın ilk çeyreği, hem benzerliklerin hem de farklılıkların aşağı yukarı aynı bağlamda ele alınıp birtakım sonuçlar çıkartılması bakımından en fazla 20. yüzyılın ilk çeyreğiyle karşılaştırılabilir özellikler taşımaktadır.
Bu durumda, yaşadığımız 1990-2015 döneminin vurulacağı tarihsel mihenk taşı 1900-1925 dönemi oluyor.
İnsanlık tarihinde başka hiçbir dönem, bir yanda kıyasıya boğazlaşmaların, vahşetin ve barbarlığın, diğer yanda ise güzel bir dünya için beslenen büyük umutların ve beklentilerin hemen hemen eşit ağırlıkla bir arada seyretmesi bakımından 1900-1925 dönemi kadar ön plana çıkıp ayrı bir yere oturmaz.
Ayrıntılarına girmiyoruz; isteyen bu dönemde dünyada (ve Türkiye’de) neler olduğunu şöyle bir hatırlayabilir.
Peki, sonuçta dönemin zıt eğilimlerinden biri baskın çıkıp dünyaya kendi damgasını vurabilmiş miydi?
Olmamıştır. Kendi iç çelişkileriyle birlikte bir dünya sistemi haline gelen kapitalizm, milliyetçilikle, şovenizmle ve büyük savaşıyla sınıfsal duyarlılıkları, sınıf mücadelelerini, enternasyonalizmi ve başka neleri tehlike görüyorsa bunları silip süpürmek istemiştir. Başaramamıştır. Ama büyük umut ve beklentilerin taşıyıcıları da karşı tarafı alt edememiş, önemli de olsa bir mevzi dışında onun kritik merkezlerini düşürmeyi başaramamıştır.
Benzerlikler, buradan hareketle aranabilir: Dünya kapitalizmi bu kez 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1900-1925 dönemindeki kadar güçlü ve ön planda olmasa bile giderek daha fazla yeşereceğe benzeyen umut ve beklentileri silip süpürmek, yok etmek, kazımak niyetindedir.
Dünya savaşını bile göze alarak mı?
En doğru sözlerden birini “karşı taraftan” Papa etmiştir: “Yaşananlar, III. Dünya Savaşının bir parçasıdır…” Bir ihtimal, bugün yaşananları yeni bir dünya savaşının izlemesidir; ama şimdilik onun yerini azgınlaşan şiddet, kitlesel kıyımlara yol açan terör eylemleri tutmaktadır.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya savaşından nasıl birtakım şeyleri silip yok etmesi beklenmişse, bugün de şiddet ve terörden benzer sonuçlar beklenmektedir: Sınıfsal duyarlılıklar, sınıf mücadelesi, sömürü, giderek artan eşitsizlikler ve adaletsizlikler karşısında çok daha farklı bir dünya özlemi…
Şimdi, “bunları geçelim” denecektir ve devam edilecektir: Gün şiddete ve teröre karşı yekvücut olma günüdür; bir dönem verilen sözleri unutma, “gerçeklerle yüzleşme” ve daha da otoriterleşen rejimlere razı olma günüdür…
***
Unutulmasın: 20. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlayan dünya kapitalizmi, o dönem her şeye rağmen dünya coğrafyasının geniş bölgelerini kendine soğurup peşine takma açısından daha fazla imkâna sahipti. Bugünse çok daha güç durumdadır; dolayısıyla nerede duracağını, daha doğrusu durup durmayacağını, başka nelere tevessül edeceğini kestirmek güçtür.
Özetle kapitalizm, tarih sahnesine çıktığı dönemde “kendi mezar kazıcılarını” da hazırlıyordu; yaşadığımız dönemdeki niyeti ise kendi potansiyel mezar kazıcılarının mezarını şimdiden kazmaktır…
“Kimin işine yarıyor, ona bakmak lazım…” deniyor ya…
Bir de buradan bakılsın, diyoruz…