Kendinde ve kendisi için

Bir kavram olarak “dünya sistemi” çeşitli yaklaşımlarda ele alınıp işlenmiştir. Teorisyenleri arasında en yaygın tanınanlardan biri Immanuel Wallerstein’dır.

Wallerstein’ı ve başka dünya sistemi kurgularını bir yana bırakıp daha basit bir yol izleyelim ve bir dönemleme yapalım.

Birinci dönem: Dünya sistemi deniyorsa, en gerçekçisi bunu kapitalizmle başlatmaktır. Kapitalizmin 19. yüzyılda bir dünya sistemi haline geldiğini söyleyebiliriz. Özelliği, gerçek karşılığıyla emperyalizmin henüz gündemde olmayışı ve dünyanın önemli bir bölümünü dışarda bırakmasıdır.

İkinci dönem: 20. yüzyılla birlikte kapitalizm emperyalizm aşamasına geçmiş, kapitalist dünya sistemi emperyalist karakter kazanmıştır. Emperyalist aşamaya geçişin yanı sıra ilk dönemden diğer farkı, henüz (tam) kapitalistleşmemiş ülkelerin de sistemin bir parçası durumuna gelmesidir. Dönemin iki büyük savaşa sahne olduğu bilinmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 1991’e kadar uzanan üçüncü dönemde kapitalist-emperyalist dünya sisteminin bu kez sosyalist dünya ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkeler ve halklar tarafından kuşatıldığını görürüz.

1991’den bu yana “dünya sistemi” dördüncü dönemindedir. Kapitalizm deniyorsa, sistem bu kez küresel ölçektedir. Bugün herhangi bir ülke/coğrafya istisnası olmaksızın, tüm dünya ölçeğinde bir kapitalist sistemden söz edebiliriz. Rusya ve Çin gibi ülkeler dâhil olmak üzere…

Ya emperyalizm?

Emperyalizm deniyorsa, kapitalizmle aynı ölçeği aramak zorlama olacaktır. Kapitalist-emperyalist sistem vardır; ama temsilcileri “eski” emperyalist ülkelerdir. Emperyalist sistem coğrafyası kapitalist sistem coğrafyasına göre daha dar kalmaktadır. Evet, Rusya’da da Çin’de de gerek ekonomik gerekse siyasal anlamda emperyal heves, niyet ve yönelimler vardır; ancak bu iki ülkenin ve arkalarından gelen başkalarının eskileriyle birlikte tek bir emperyalist sistem oluşturdukları söylenemez.

Buradan başka bir noktaya gelmeye çalışacağız.

***

Tartışmaya açık görüş: Dünya sistemi, yukarıda sıralanan dört dönemden üçüncüsü hariç diğerlerinde “kendisi için” değil “kendinde” sistemdir. 

Bu kavram/tanım çiftini “kendinde sınıf” ve “kendisi için sınıf” kavramlarından ödünç aldığımız herhalde anlaşılmıştır.  Dünya sistemi (kapitalist-emperyalist) birinci, ikinci ve dördüncü dönemlerde belirli bir üretim tarzını ve onun gereklerini/çıkarlarını gözetme ortak paydasına sahip birimlerden oluşur. Ancak bu ortaklığa rağmen birimler “hepimiz aynı gemideyiz” demezler, tersine birbirlerinin ayağını kaydırmayı göze alan bir iç rekabet ortamındadırlar.

İstisna oluşturan üçüncü dönemde ise sistemin birimleri ortak düşman (sosyalizm) tanımında buluşup örgütlenmişlerdir; aralarındaki ekonomik-siyasal rekabet daha geri plana düşmüştür. Sistem, düşmanın nasıl geriletileceğine ve ortadan kaldırılacağına ilişkin birtakım stratejilere, planlara sahiptir. Askeri yapılanmaların yanı sıra, ideoloji ve kültür gibi alanlarda da gene ortak bir zeminden hareketle karşı saldırılar düzenlenmektedir…

Sistem, bu dönemde kendisi için sistemdir.

Üçüncü dönem kapanmıştır ve bugün dünya emperyalist sistemi, aradaki kimi önemli farklılıklara karşın son tahlilde birinci ve ikinci dönemlerde olduğu gibi “kendinde sistem” durumundadır.

***

Bütün bunlar neyi ima ediyor? 

Birincisi: Emperyalist sistemin, kendini bir bütün olarak ortaya koyacağı tek merkezli operasyon-askeri müdahale olasılıkları/imkânları eskisine göre daha sınırlıdır.  Zaten “terörizm” dışında başka bir hedefte ortaklaşılamamaktadır. 

İkincisi: Dördüncü dönemin savaşlarının, ikinci dönemdeki savaşların ölçeğine ulaşmasa bile, üçüncü döneme özgü daha yerel-sınırlı savaşların ötesine geçmesi güçlü bir olasılıktır.

Üçüncüsü: Filistin sorunu, Kıbrıs sorunu ve başka “geleneksel” denebilecek sorunlara kalıcı ya da moda deyimle “sürdürülebilir” çözüm bulma imkânları mevcut kendinde sistem içinde yok denecek kadar azalmıştır.

Dördüncüsü: Ortada “kendinde” bir sistem varken, sistem içi birimlerin zapturapt altında tutulması güçleşmiştir ve Türkiye gibi ülkelerin bu ortamdan yararlanarak uluslararası konum açısından “daha fazlasını” arama çıkışları sürecektir.   

Beşincisi: “Sistemden kopan” ülkelerin ayakta kalma şansı, üçüncü döneme özgü bir güvence olarak “karşıt sistem” ortada olmasa bile sistemin iç çelişkileri nedeniyle görece daha fazladır.  

“Kendinde sistem” olgusundan hareketle başka çıkarımlar da yapılabilir.

Bunlar ilk akla gelenlerdir ve tartışmaya açıktır.