Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamda böyle bir yazının karşılığı olabilir mi?
Bizce olması gerekir, ama elbette nihai kararı okur verecek…
***
Türkiye’de solculuk ve sosyalizm adına özel bir konumdan yazılıp söylenenlerin kabaca üç kesim üzerinde etkili olması beklenir: 1) Sol içinde belirli bir örgütlülüğü ve deneyimi temsil eden başka sol öbekler; 2) Sola eğilimli, hatta sosyalist, ama henüz net bir tercihi olmayan “dışarıdan” okurlar ve dinleyiciler ve 3) Özellikle 1990’ların yükselen liberal dalgası geri çekildikten sonra sola ilgiyle bakmaya başlayan genç kuşaklar…
Açık konuşmak gerekirse yukarıdakilerden (1) ve (2) söz konusu olduğunda soldaki başat söylemler artık yolun sonuna gelmiştir. Ne söylenirse söylensin diğer taraflar üzerindeki etkisi sıfıra yakındır. Kimse, “ama sol düşünce polemikle gelişir” demesin. Çünkü aslında ortada polemik falan yoktur. Yaklaşık son on yıl içinde belirli şablonlar oluşmuştur ve hemen herkes kendini bu şablonlardan birine yerleştirip başkalarını topa tutmaktadır. Yerleşilen şablona göre kimileri AKP’ci, liberal, Sorosçu, AB’ci, “Kürt kuyrukçusu”, vb. kimileri de milliyetçi, faşist, “Kürt düşmanı”, vb’dir…
Bu tarz, polemik olmadığı gibi geliştirici-ilerletici en küçük bir özellik bile taşımamaktadır. Salvo merkezlerini kendi içlerinde konsolide etme gibi bir işlevi olabilir; ama ne muhatap alınan kesimlerde ne de bunları dinleyenlerde kayda değer bir etki yaratmaktadır.
Burası, yolun sonudur. (1) ve (2)’deki insanların tercihlerinde ve yönelimlerinde köklü değişiklikler olacaksa bugün mevcut sol-sosyalist öbeklerin yazıp söylediklerinin çok ötesinde, ülke ölçeğinde sarsıcı birtakım gelişmelerin ve dinamiklerin ortaya çıkması gerekecektir.
İsteyen bildiği ve alıştığı yolda devam etsin; ama getirileri konusunda fazla umutlu da olmasın…
***
Asıl mesele (3)’te sözü edilen kesimle ilgilidir.
Bu yazının “karşılığı” olup olmadığına ilişkin tereddüt de…
Geçmişe ilişkin gözlemlerle de desteklendiğini düşündüğümüz varsayım şudur: Sola, sosyalizme ilgi duyan genç kuşakların “teoriye” ilgisi öteden beri görece fazla olmuştur. Dahası, bu ilgi, içinde bulunulan ortamın ne kadar canlı-hareketli olduğundan görece bağımsız, daha “yerleşik” denebilecek özellikler taşımaktadır.
“Oh, ne iyi!” demeyin...
Türkiye’de sosyalist düşünce gelip dayandığı duvarın önünde malum şablonların bellettiği nakarata devam ederse, arayış içindeki yeni kuşaklar “teori” diye insan-teknoloji-çevre üçgenindeki distopik ve apokaliptik kurgulara merak saracaktır.
Elimizden hiç mi bir şey gelmez?
***
Marksizm diyorsak, onu bilimiyle, tarihiyle, felsefesiyle, ekonomi politiğiyle ve siyasetiyle kendi salınım alanlarında rahat bırakalım. Daha doğrusu, bunlardan, ama salt bunlardan hareketle teorik planda sıkıştırılmış ya da tıkız bir “Marksist” siyaset ve devrim teorisi çıkarmaya uğraşmayalım.
Ya Marksizm’in yanı sıra bir de Leninizm diyorsak?
Evet, Lenin Marx’ın düşüncesinde ne varsa hepsini belirli bir ülkeye ilişkin devrim kurgusuna “sıkıştırmıştır.” Ama dikkat: Bunu Marksizm’in kendisini teorik planda sıkıştırıp kompakt bir hale getirerek değil, kendi ülkesine ilişkin bir devrim perspektifi bağlamında yapmıştır.
Bizim uğraşmamız gereken asıl iş de bu olmalıdır. Yani, mutlaka Marksizm’den beslenen, ama bunu söz konusu düşünce sisteminin orasıyla burasıyla fazla oynamadan, onu genel değil özel bir devrim teorisine tahvil edecek bir uğraş…
Başka “teorik” mecralara yönelebilecek genç kuşaklara “bakın bir de bu var” diyeceksek ancak böyle diyebiliriz.
İnsanlar Türkiye’de sosyalizmin önünün “demokratikleşmeyle” ya da Kürt sorununun çözümüyle veya anti-emperyalizmle açılacağını düşünüyor olabilirler. Biz de diyoruz ki bunların hepsini içeren, ama çok daha kapsamlı ve “özgül bağlamlı” bir devrim teorisine ne dersiniz?
Bunu ufaktan ufaktan tartışmaya?
Elbette hemen olmaz; ama kimi taşlarını şimdiden döşemeye?
Kabul: Kimse yanaşmayacaksa bu yazı da karşılıksız bir yazı olarak kalacaktır…