Türkiye solundaki statükocu ve idare-i maslahatçı eğilimlere bu köşede daha önce değinmiştik (Statükoculuk, 20 Mart 2018).
Bu da aşağı yukarı aynı mealde bir yazı olacak.
Aynı konuyu kısa bir aradan sonra yeniden ele alma gereği duyduk. Nedeni, özellikle “TİP geliyor” girişimi üzerine yapılan kimi değerlendirmelerin solun durumuna ilişkin yeni tespitlere ve kavramlara işaret etmesi. Söylenenlere kulak verince ulaşabildiğimiz kavramlardan biri de “karşılaştırmalı üstünlük ontolojisi” oldu…
Bugün Türkiye sosyalist hareketinde çok sayıda grup, odak, öbek, parti olduğunu biliyoruz. Bunların her birinin kendine göre özel bir varlık nedeni, varlıksal (ontolojik) bir gerekçesi var. Dahası, her öbek kendi ontolojisinin en azından bir yerinde başka ontolojilere göre bir üstünlük olduğunu düşünüyor.
A, B, C, D, E deyip örnekleyelim:
A: Bu ülkede “Kürt sorununu” özel bir başlık olarak sosyalist mücadelenin gündemine ilk biz yerleştirdik…
B: İşçi sınıfı içinde derin ve kalıcı ilişkilere yönelik yoğun mesai bizim ayırt edici özelliğimizdir…
C: Liberalizme karşı en sıkı, en ödünsüz duran biziz; şu sıralar bu virüse karşı kullanılacak bir aşı üzerinde çalışıyoruz (ILV- “inactivated liberalism vaccine”)…
D: Bu ülkede, özellikle 1970-80 döneminde solculuk ve devrimcilik adına gerçekleştirilen olumlu ne varsa hepsi bizim eserimizdir, bizim imzamızı taşımaktadır…
E: Çelik çekirdekli ve demir disiplinli öncü örgütümüzle bu ülkede Leninist iradeyi biz temsil ediyoruz…
Başka örnekler de verilebilir, ama sanırız yeterlidir.
***
Yukarıda sıralanan ve “karşılaştırmalı üstünlük” getirdiği düşünülen başlıkları elbette büsbütün önemsiz bulmuyoruz. Vurgulardan her biri, Türkiye sosyalist hareketinin tarihindeki önemli uğraklara karşılık düşmektedir; aralarında, tarihselliğin ötesinde güncel önem taşıyanlar da vardır.
Vardır ama Türkiye sosyalist hareketinin bir sıçramayla eşik aşmasının, bu ontolojilerden herhangi birinin kendi özel karşılaştırmalı üstünlüğü sayesinde gerçekleşebileceğini düşünmek mümkün görünmemektedir. “Hayat” deniyorsa, “pratik” deniyorsa, bu ontolojilerden her birinin kendi karşılaştırmalı üstünlüğüyle neye ne kadar yetebildiği 5 yıl önce Gezi’de apaçık ortaya çıkmıştır.
Yanlış anlaşılmasın: “Hepsi birleşsin”, “birlik olsun” gibi hayalci projeler peşinde değiliz. Ayrıca, soldaki çeşitli yapılanmaların, bugün var olanlar dâhil çeşitli platformlarda bir araya gelmelerine, kimi gündemlerde ortak hareket etmelerine önem ve değer veriyoruz. İtiraz ettiğimiz, verili ontolojilere “daha ötesini” düşünmeyi ve bunun için harekete geçmeyi adeta yasaklayan bir mutlaklık ve kalıcılık atfedilmesidir.
Bu ülkede, artık ne kadarsa kendi karşılaştırmalı üstünlüğünü mezara kadar tepe tepe kullanmayı içine sindiremeyecek kesimlerin ortaya çıkması da eşyanın tabiatı gereğidir.
***
Bir ara “TİP geliyor” girişiminden söz ettik ya, öyle bitirelim.
Bu girişim, ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler, programatik yönelimler vb. bağlamında tartışılabilir ve eleştirilebilir. Ancak, “karşılaştırmalı üstünlüğünü bil, bununla yetin, ötesine yeltenme” gibi bir karşı duruşun ciddiye alınması düşünülemez.
Özetle, kendi ontolojisine hapsolmuş görünen öznelerin, başka öznelerin kabuk çatlatmaya, “mahalleyi” aşmaya, statükoyu kırmaya yönelik girişimlerine ille de bu girişimci öznelerin kendi ontolojileri bağlamında bakmaları gibi bir durumdan söz ediyoruz.
Bir bakıma, “herkesi kendi gibi bilme” durumudur ve hiç de geliştirici değildir…