Kararsızlık sıkıntısı -> heyecanlı anlatı

Denis Bertholet’nin “Sartre” biyografisinde, onca ayrıntı arasında Simone de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’e verdiği bir öğüt yahut tüyo çekmişti dikkatimi.

Yazma sürecinde tıkandığı noktada, romanları ilerlemezken, yazıyı neresinden nasıl geliştireceğini bilemezken araya bir “kararsızlık sıkıntısı” katmasını öneriyordu Simone, Jean Paul’e.

Bir anlamda “kararsızlık sıkıntısı” ile kitabındaki/romanındaki sıkıntıyı aşabilecekti.

Fransız ve de kararsız entelektüel çevresinin kendisine taktığı lakabı da işin içine katarak, bir “kunduz” fablı yazmaya karar verdiğimde, Beauvoir’ın kitaplarını ve en başta da “Mandarinler” romanını okumaya başladım ve fark ettim ki, önerdiği yöntemin asıl ustası kendisiydi. (E, ne bekliyordum ki, öyle olacaktı tabii…)

Dönem, 2. Dünya Savaşı sonrası. Yer, Paris. Saha, zemin ve zaman, kararsız kalmaya son derece elverişli yani! Sokaktaki Fransız’ın aklıyla, “Sovyetler’e mi yönelsek, Amerika’ya mı” mesela!

Sokaktaki insanların aklından gelip geçenler bir yana, gerçekten de “kararsızlık sıkıntısı”nı yazıyor Beauvoir en başta. Solcu entelektüel bir çevrenin önde gelen isimlerinden devşirdiği kahramanlarının aklından şu minvalde düşünceler gelip geçiyor sürekli:

Partiye katılsam mı katılmasam mı (siyasi parti de olur, eğlenceli bir parti de); şu geziye çıksam mı, çıkmasam mı (yurtdışı seyahat de olur, bisikletle Fransa kırları da); bağımsız olarak çıkarmaya başladığım yayını, yakın durduğum siyasi harekete bağlasam mı, bağlamasam mı; FKP’nin karşısında/yanında yeni kurulan sol oluşumu desteklesem mi, desteklemesem mi; savaş ve işgal yıllarında Nazilerle bir şekilde işbirliği yapan Fransızları cezalandırmak mı doğru, o yıllarda olanı biteni artık geride bırakmak mı; SSCB’deki eksikleri, hataları, çalışma kamplarını vb. yüksek sesle anlatacak, yazacak mıyım, yoksa dostluk ve dayanışma adına, konjonktür adına, kanıtlar güvenilir değil diye vb. susacak mıyım; özgür aşk ve ilişkiler dünyasında onunla mı beraber olsam, bununla mı; şununla bir ay takılıp ayrılsak mı, yoksa aşık olur bağlanır mıyım; bitmiş bir ilişkinin gerçekliğini olanca açıklığıyla söylemeli mi, yoksa bir süre daha durumu “idare” mi etmeli; yeniden sahneye çıksam mı, çıkmasam mı; uzun bir seyahate mi çıksam, yoksa masa başında beni bekleyen işlerime mi yoğunlaşsam; taşraya dingin bir yaşama mı kaçsam, fikirlerimi şehrin enerjisiyle mi yoğursam; sanata/yazmaya mı odaklansam, siyasete mi akıp gitsem ve benzeri ve benzeri…

Büyük çoğunluğu, entelektüel sıkıntılar gibi. Ve en önemli bulduğumuzu sona sakladık tabii ki: Yazar dürüstlüğüyle, her şeyi (yaşadıklarımızı, anılarımızı, gerçekleri) olanca açıklığıyla anlatacak, yazacak mıyız; yoksa siyasetçi sorumluluğuyla bazı şeyleri içimize atacak, görmezden gelecek, saklayacak mıyız?

İkincisini yaparsan gerçek yazar olamazsın ki!..

İlkini yaparsan siyasette tutunamazsın ki!..

İşte size harika bir açmaz yahut çelişki. Bir anlatı (yahut ömür) boyunca kararsızlık içinde salınıp durmak için de şahane bir bağlam.

Evet, seyahat konulu küçük kararsızlıklar çözülüyor belki ama bunun gibi büyükleri kitap (ve hayat) boyunca akmaya devam ediyor bir şekilde. 

Her neyse, entelektüel çevredeki kararsızlıklar, tartışmalar, ikna çabaları, gelgitler, artıların ve eksilerin sıralanması, iki uç arasındaki salınımlar vb. anlatıyı güçlü ve heyecanlı kılıyor bir şekilde. Karar verme süreçlerindeki muhakeme sayesinde, sıkıntılı konunun birbirinden farklı boyutlarına, katmanlarına vb. dikkat çekmek için de bir fırsat doğuyor.

Ruhsal değişkenlikleri, içten/dürüst olmak ile ölçülü/mesafeli olmak arasındaki farkları, ahlaki tartışmaları, gelgitli ruh hallerini; örneğin, bir uçta ayakta uyur gibi gezip sersemleşmeyi, diğer uçta zihni açık biçimde coşup taşmayı anlatmak için de yine elverişli bir zemin sağlıyor kararsızlık sıkıntısı. Yani, “insan araştırması” için de faydalı!

Ayrıca kararsız kalınan konuya dair tartışmalar ve akıl yürütmelerle zihin açılırken, anlatıda da belli bir gerilim ve akıcılık yakalanabiliyor. Başka bir ifadeyle, entelektüel bir heyecan da sunabiliyor kararsızlık sıkıntısı size. Belirsizlik, kaygılandırıyor ve hatta ürkütüyor kahramanları; peki, ne yapmalı? Karara/ kararlılığa doğru zorlamak ve akıtmak istiyorsunuz onları. Arada kitabı da elinizden bırakamıyorsunuz. Basit ve sihirli bir formül gibi…

Tabii akıcılık ve sıkıntı bir arada düşünüldüğünde, gerilimi iyi ve dozunda verebilmek çok önemli. Bir bakıma kıvam meselesi. Yazarın ustalığı da burada, kıvamı oluşturmada, ortada bir polisiye yokken gerilim yaratmada, çözüm sürecinin hızını, dozunu ve şiddetini ayarlamada, çözüme dair ipuçlarını sıralamada vb.

Tartışmalar içerisinde böyle bir heyecan yakalamak için tartışanların tanıdık entelektüeller olması, romanın yaşamöyküsel öğeler barındırması da önemli belki. Romandaki ana kahramanlar, dolaylı olarak Albert Camus’ye, Sartre’a, yazarın kendisine, Arthur Koestler’e ve Nelson Algren’e bağlanabildiği için, onlardan izler taşıdığı için, merak daha fazla uyanıyor. Yan kahramanlar arasında Malraux’nun, Vian’ın vb. izlerini de görmek mümkün sanki. Bu yazarlardan birini seviyorsanız, onun gerçek hayatına dair anıştırmalar da ilginizi çekecektir.

Tanıdık karakterler ve sıkıntılı konular dışında başka önemli soru(n) alanları da var tabii: Örneğin, entelektüellerin tartışmaları, görüşleri ve müdahaleleri, siyaseti ve dünyayı ne kadar değiştirebilir ki? Ya da, değişim, entelektüellerin yaşadığı kararsızlıkların aşılmasıyla ne kadar ilgili?

Kararsızlıklarımızı, iki uç arasında salınma dışında, başka ne şekilde aşabiliriz peki?

Evet, kahramanlarımız muhtelif ikilikler arasında gidip gelirken, onun dışında bir seçenek var mı, iki tarafı da birden aşıp yeni bir düzleme (zemine yahut paradigmaya) sıçramak mümkün mü diye de sorulabiliyor. Bir tarafı seçmezsen nesnel olarak öbür tarafa düşersin “dayatması” dışında, verili tarafları aşan yeni bir düzlem aranabiliyor. Bazen iki tarafın da karşısında “bağımsız” kalmanın yolları sorgulanıyor. “Sentez var mı, sentez” diye de sorulabiliyor.

Garip değil mi; bu tür sorulardan, arayışlardan, sayfalarca süren tartışmalardan ve hatta sıkıntılardan, gayet akıcı ve de heyecanlı bir roman çıkabiliyor…