Evet, bir karar verilmesi gerekiyor: Bugün Türkiye’de sol, bir sıçrama için elverişli koşullara sahip olduğu halde bunu gerçekleştirememenin sancılarını mı çekiyor, yoksa tam tersine, bir tasfiye operasyonunun nesnesi olup elinde avucunda ne varsa bunları korumaya çalışması gereken bir dönemden mi geçiyor?
Düşünelim…
Eğer “tasfiye” diyorsak, bu operasyonun bir dış öznesi olması gerekir. Yoksa solun durup dururken kendi kendini tasfiye edebileceğini düşünmek saçmadır. Ayrıca, solu kendi içine kapalı bir bölme olarak alsak bile, bu bölme içinde hiçbir tekil özne kendi iç dinamikleriyle solun tamamını tasfiyeye sürükleyebilecek konumda değildir.
O zaman ille de “tasfiye” deniyorsa bir dış özne göstermek gerekir. Öyle bir özne olmalı ki ustaca geliştirilmiş bir ideolojik çerçeveyle ve siyasal süreçlerle sola nüfuz edebilsin, onu baştan çıkarıp kendine yedekleyebilsin…
Kim olabilir?
Avrupa Birliği bağlantılı/umutlu liberal düzen güçleri ve sermaye sınıfının organik aydınları deniyorsa, bundan 7-8 yıl öncesine kadar ciddiye alınabilirdi. Bugün ise bir noktadan sonra fazla ciddiye almamak gerekiyor. Çünkü son dönemde AB’nin kendisinden ve yarattığı umutlardan tutun liberalizmin cazibesine, Türkiye’de düzen güçlerinin konumlanışına ve en önemlisi Türkiye kapitalizminin kendi olanaklarına kadar pek çok parametrede önemli değişiklikler olmuştur.
Şöyle anlatalım:
Darbe ve açık faşizm gibi “fiziksel tasfiye” çağrıştıran durumlar dışında solun ideolojik ve siyasal planda tasfiyesi, Türkiye kapitalizminin bugün hiç olmazsa 5-10 yıllık bir dönemi kapsayan açılım, istikrar ve büyüme vizyonuna, bu vizyonu destekleyecek maddi/nesnel imkânlara ve görece gelişkin ideolojik-siyasal kurgulara sahip olmasını gerektirir.
Bugün bunların olduğu söylenebilir mi?
Türkiye kapitalizmi ekonomide bir tıkanma noktasına yaklaşırken, liberali şusu busu dâhil düzenin siyasal güçleri belirsizlikler içinde el yordamıyla bir çıkış yolu bulmaya çalışırken, bunların hepsinin aslında bir tür kayıkçı dövüşü olduğunu, tarafların “zımni” bir anlaşma içinde solu tasfiye etmeye çalıştıklarını düşünmek, kimse kusura bakmasın, paranoyadan başka bir şey değildir.
“Bildiğin gibi değil, adamlarda ne numaralar var” deniyorsa, o kadarını gerçekten bilemeyiz, bizi aşar…
***
“Neden yalnızca AB’den, sermaye sınıfından, onun organik aydınlarından vb. söz ediyorsun? Sermaye düzeninin bir parçası sayılması gereken CHP var, HDP var, tasfiye operasyonu onlara ihale edilmiş olamaz mı?”
Bu iş, bir yerlerden “ihale alma” işi değildir, orasını geçelim, ancak şu bir gerçektir: CHP, bu ülkede sosyalizm dâhil sol adına ne varsa hepsi peşinden gelsin, kendisine muhtaç ve tabi olsun ister… Sonra, HDP’nin de benzer bir iddiası vardır: “Solcu, sosyalist misin, işte bak ben varım ya…”
Eğer “tasfiye operasyonu” diyenler bu iki partiye işaret ediyorlarsa, karşı hamle olarak neyin daha az neyinse daha çok yapılması gerektiği bizce açıktır.
Daha az yapılması gereken: Bu partilerin içinde yer alan sermaye düzeni yanlısı, liberal, gerici, vb. unsurlara işaret eden, ha bire “bunlarla olmayacağını” anlatan deşifrasyon çalışmaları… Daha çok yapılması gereken: Solun kendi bağımsız vurguları, talepleri ve perspektifleriyle kendi konumunu ve hattını çok daha belirtik kılması ve muhataplarını buna göre tutum almaya zorlaması…
Bu ikincisi çok zor geliyorsa, o zaman iki partiye de “Bundan böyle sol, solculuk adına tek bir laf etmeyeceksiniz ki bu alan tamamen bize kalsın” talebi ya da ricasıyla gidelim, olsun bitsin…
Mektep istemeyen maarif nazırıyla oynamak istemeyen gelin ne güne duruyor?
***
Gerçekten bir karar verilmesi gerekiyor: Bugün Türkiye’de sol, bir sıçrama için elverişli koşullara sahip olduğu halde bunu gerçekleştirememenin sancılarını mı çekiyor, yoksa tam tersine, bir tasfiye operasyonunun nesnesi olup elinde avucunda ne varsa bunları korumaya çalışması gereken bir dönemden mi geçiyor?
Bu kez “düşünelim” demiyoruz.
İlkidir ve gereğini yapalım diyoruz…