Kapitalizmin geleceği ve “demokrasi”
Akademi dünyasındaki bu çalışmalar, bir bakıma doğal olarak, ağırlığı genellikle sistemin kendi iç dinamiklerine tanır. Başka bir deyişle, siyaset faktörünün, daha doğrusu muhalif siyasetlerin bu iç/nesnel dinamikler üzerindeki olası etkileri önemli ölçüde gündem dışı tutulur.
Dünyada kapitalizmin geleceğine ilişkin kestirimler, özellikle sistemin yaşadığı 2007-2008 kriziyle birlikte akademi dünyasında daha yaygın hale geldi. Ardından, belli başlı kapitalist ülkelerde siyaset ve ideoloji alanında belirginleşen kimi eğilimlerle birlikte çevre tahribatının ulaştığı boyutlar ve Covid-19 salgının ortaya çıkardığı durum, kapitalizmin sorgulanmasına ve geleceğine ilişkin “senaryolara” ek boyutlar kazandırdı.
Akademi dünyasındaki bu çalışmalar, bir bakıma doğal olarak, ağırlığı genellikle sistemin kendi iç dinamiklerine tanır. Başka bir deyişle, siyaset faktörünün, daha doğrusu muhalif siyasetlerin bu iç/nesnel dinamikler üzerindeki olası etkileri önemli ölçüde gündem dışı tutulur. Akademi dünyası diyorsak, bunu ciddi bir eksik ya da hata saymak mümkün değil. Ayrıca, ne kadar etkili ve değiştirici sayılırsa sayılsın, muhalif siyaset(ler) de kapitalizmin aldığı yeni biçimler içinde devinecek, yol alacaktır.
Konu üzerinde düşünenlerden İngiliz akademisyen Gerard Delanty, iki yıl önce yazdığı bir yazıda günümüz kapitalizmi için beş senaryo öngörüyor: Eskisine göre farklı biçimlere bürünen kapitalizm, sürekli sistemik kriz, katastrofik çöküş, düşük büyüme kapitalizmi ve post-kapitalizm. Bunlardan sonuncusunda, bir dünya sistemi olarak kapitalizmin sona ermesi değil, hegemonya alanı daralmış bir kapitalizmin “kapitalist olmayan”, yani sistemden kopmuş başka formlarla birlikte yaşamak zorunda kalması kastedilmektedir (bkz., https://journals.sagepub.com/doi/full/10.1177/1468795X18810569).
***
1990’ları çoktan geride bıraktığımıza göre, bu senaryoları fazla karamsar bulup örneğin “reformdan geçmiş bir kapitalizmin, adil küreselleşmenin açtığı fırsat pencereleriyle tüm insanlara refah getirmesinin mümkün olduğu” türü görüşler ileri sürenlerin çıkacağını pek sanmıyoruz.
Kendi görüşümüze gelince: Delanty’nin sıraladığı beş senaryodan üçüncüsü olan “katastrofik çöküş” dışında diğer dördünün, herhangi biri diğer üçünü geçersizleştirmeden birlikte, iç içe geçerek kapitalist sistemi belirlemesi daha güçlü bir olasılık gibi görünmektedir. Biraz daha farklı ifade edersek, kapitalizmin en karakteristik özelliği olan sermaye birikimi, metalaştırma ve kậr arayışı süreçlerinin, kendi başına, bu senaryolardan herhangi birini başat kılacağını söyleyemiyoruz.
Peki, söylenebileceklerin hepsi bu kadar mı?
Kapitalizmin kendi iç (nesnel) dinamiklerine bakarsak, daha ötesi zorlama olur.
***
İşte, kapitalizm karşıtlığının, bu karşıtlığın siyasal-toplumsal hareketlere dönüşmesinin, kısacası siyaset faktörünün devreye gireceği yer tam da bu “belirsizlikler” alanıdır.
Delanty, az öncü sözü edilen yazısında, bir üretim tarzı olarak kapitalizmle demokrasi arasında gerilimli bir birlikte var oluş ilişkisinden söz ediyor.
Bizce “ipucu” buradadır.
Hemen belirtmek gerekirse burada “demokrasi” terimi asıl anlamıyla, yani kapitalizmin dünya sahnesine çıkışından bu yana bu sistemin beraberinde getirdiği sömürüye, eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı çıkan kesimlerin siyasal süreçlere bir şekilde katılımına işaret etmek için kullanılmaktadır.
“Demokrasiye” böyle bakıldığında, kapitalizmle demokrasi arasındaki ilişkinin yüzyıllarca hep “gerilimli” bir ilişki olarak sürdüğü, ikisinin birlikte var oluşunun kapitalizmin demokrasiyi sineye çekmek zorunda kalmasıyla gerçekleşebildiği, örnekleri görülen demokrasilerin hep muhalif kesimlerce “kazanıldığı”, kısacası demokrasinin hiçbir şekilde serbest piyasaların “mantıksal sonucu” sayılamayacağı görülür.
Günümüzde ise bu ilişki, 1930’lardakini andırır biçimde, her zamankinden daha sorunlu ve gerilimli hale gelmiştir.
***
ABD Başkanı Joe Biden’ın geçenlerde yaptığı bir konuşma bu ülkenin siyasi çevrelerinde bir “dönüş” olarak nitelendi. Kastedilen şuydu: Biden Başkanlığı kazandıktan sonra Trump döneminin defterini kapatacağını, hatta bu şahsın adını bile ağzına almayacağını, ABD’nin “yerleşik” demokrasi ilkelerine geri dönmesiyle buna zaten gerek kalmayacağını söylemişti. Oysa Biden bu son konuşmasında Trump’a ve temsil ettiği siyasal akıma atıfla ABD’de demokrasinin “tehdit altında” olduğunu söyleme gereğini duymuştu…
Bu örneği, kapitalizm ile bir ABD başkanının anladığı anlamda bile olsa demokrasi arasındaki gerilimin dünyanın baş kapitalist ülkesinde geldiği noktayı ortaya koymak için verdik. Aslında Biden kapitalist dünyadaki genel eğilimlere karşı bir tür “demokrasiye” hala tutunulabileceğini anlatma çabasındadır. “Genel eğilimler ne yönde” diye sorulursa:
1. Kapitalizmin bugün geldiği noktada sermaye birikim süreçleri Devleti ve onun kurumsallıklarını her zamankinden daha fazla gerektirmektedir.
2. Bugün kapitalist ülkelerin çoğunda siyasal aktörler, en “demokrat” görünenler dahil, sermaye düzeninin idamesi adına nerelerde kendilerinin de “otoriterce” hareket edeceğini beyan etme yarışı içindedir.
3. Milliyetçilik ve şovenizm, ideolojiler alanındaki işlevlerinin yanı sıra küresel ölçekte sürmekte olan rekabetin başlıca araçları haline gelmiştir.
4. Militarizm ve bir kurum olarak ordu, sermaye birikim süreçlerinde geçmiştekine göre daha “özel” işlevler kazanmıştır.
Yukarıdakilerin tek tek her birine bakıldığında, gündemdeki eğilimlerin, hangi tanımıyla olursa olsun demokrasiyle telif edilebilir yanı olmadığı görülecektir.
***
Kısacası, işin bir de yukarıda anlatmaya çalıştığımız yanı var.
“Demokrasi mücadelesi bizi kesmez abi” diyenler konuya ve kavrama bir de bu açıdan bakarlarsa yararlı olur.