Kadınların 'hesaplaşma çizgisi'
Rejimin saldırı hattı bellidir, İstanbul Sözleşmesinden, 6284’e, nafaka hakkından medeni hukukun temel unsurlarına uzanan bir silsile karşımızdaki. Dahası kadınların istihdamı resmi verilerle yüzde 30’u geçmezken, kadın yoksulluğu da kayıt dışı çalışma da artmakta. Kadınlar için yaşamla ölüm arasındaki çizgi buradadır.
Malum, seçim taktik ve stratejilerinin konuşulduğu bir dönemdeyiz.
Ve elbette kadınlar olarak biz de bu tartışmanın içindeyiz. Zira genel bir seçim stratejisinin, bir de kadınlar cephesinden yorumlanması önemli. Zira kadının özne oluşundan, varlığından, türlü çatışmalar içinde bir taraf oluşundan bahsediyorsak başka biçimde olamaz.
Kadınların cephesinden baktığımızda, evet bizler için de AKP Saray Rejimi'nin bir gün bile tahammül edilebilir yanı kalmamıştır.
Saray Rejimi, kadınları hiç olmadığı kadar ataerkinin “av sahasına” çekmiştir. Sokakta yürümenin, toplu taşıma aracı kullanmanın bile biz kadınlar için tehlikeli olduğu günler yaşıyoruz. Kılıcıyla dolaşan da var, ekmek bıçağıyla dolaşan da.
Rejimin saldırı hattı bellidir, İstanbul Sözleşmesi'nden, 6284’e, nafaka hakkından medeni hukukun temel unsurlarına uzanan bir silsile karşımızdaki. Dahası kadınların istihdamı resmi verilerle yüzde 30’u geçmezken, kadın yoksulluğu da kayıt dışı çalışma da artmakta.
Kadınlar için yaşamla ölüm arasındaki çizgi buradadır.
Tam da bu nedenle bizim için bir seçim stratejisinin ana odağı AKP rejiminin yenilmesi olmak durumundadır. Bu, denebilirse tüm kombinasyonlar için altın kuraldır. AKP rejimini yenmek yaşamla ölüm arasındaki çizgidir dedik.
Peki yaşam kazandığında -ki bu ihtimalin hiç de yabana atılır olmadığını düşünürsek- nasıl bir yaşam kazanacak?
Mesela AKP rejimi yenildiğinde, her koldan memleketin tepesine çöreklenen kadın düşmanları buharlaşacak mı?
Yirmi yıldır “iktidarlarına bereket” yaşamın her alanında, kamusallıkta var olan, kemikleşen, tortulaşan, taşlaşan yobazlık, kadın düşmanlığı birden yok mu olacak?
45 kiloluk kız çocuğuna neden direnmedin diyen ya da engelliye tecavüz edene erken boşalma indirimi veren hakim tuzla buz mu olacak?
“Mahallenin namusu” diye kız yurdunun yangın merdivenini kilitleyen memurlar, karakolda kadının şikayetini işleme almayan polisler tarihe mi karışacak?
Yurt köşelerinde Allah'ın adıyla çocukları taciz edenler, onlara saldıranlar, liselerde kız öğrencinin taytını fetiş ve kriminal hale getirenler sırra kadem mi basacak?
Kadının kürtaj talebini yok sayan hastane, kadına doğum kontrolü ilacı sunmayan aile hekimliği bitecek mi?
Fabrikalarda, plazalarda, okullarda, hastanelerde kadınların üstüne abanan “erkek iktidarlar” birden tövbeye mi duracak?
İşte bu noktada “hesaplaşma çizgisi” öne çıkmalıdır.
Yirmi yıl, binlerce cinayet, azmettirme, affetme, yok sayma, kollama, yüreklendirme, kışkırtma var.
Hesaplaşma çizgisi buradan çekilecek.
Ama yetmez…
Kadınlar için bu hesaplaşma çizgisinde “aman ürkütmeyelim” diyenin yeri olamaz.
“Aman ürkütmeyelim” diyenler, savcılarla, polislerle, imamlarla, ağalar ve boy boy paşalarla helalleşecektir.
Biz helalleşemeyiz.
Çizgi en ileri noktaya çekilmelidir.
20 yılın cerahati, tepedekini kenara iteleyerek tükenmeyecektir.
Tam da bu nedenle ihtiyaç, AKP karşısına çıkmaktan fazlasıdır.
Çizgiyi daha ileriye çekemeyen, bugünün bile gerisine düşecektir.
Çizgiyi daha ileri çekmenin, hesaplaşma çizgisinde diretmenin kadınlar için anlamı, AKP sonrası Türkiye’de hayatın türlü kollarında süren ataerkiye had ve hudut belirlemektir.
Seçimler gündeme geldiğinde genellikle kota ve kadın adaylar konusu öne çıkıyor. Elbette değerli tüm bu meseleler. Ne var ki özellikle bu seçimde “kaç kadınız” kadar “hesaplaşma çizgimiz ne olmalı” öne çıkmak zorunda.