Başlığın devamı şöyle olabilir, önce iktidara ama tüm muhalefet güçlerine de.
Bu yazı “kadın sorunu” ile ilgili erkeklerin yazdığı pek çok yazı gibi akıl vermek için yazılmadı. Tam tersine ilk yapmamız gereken, örnek alınması gereken kitlesel, militan, meşru bir eylem çizgisi ile AKP’yi ve AKP’nin polisini rezil eden, provokasyon girişimlerini boşa çıkarıp çok başarılı bir sürece imza atan tüm kadın arkadaşlarımıza teşekkür etmek.
Bu 8 Mart’a bir mim koyun
Büyük Haziran Direnişi’ne giden sürece dair pek çok yazı yazıldı. Bu yazıların tümünde TEKEL’den ODTÜ’ye YGS protestolarından 1 Mayıs direnişlerine Gezi öncesi öfke birikiminin örneklerine değinilirken genelde unutulan bir eylem var. Yine Kadıköy'de, Erdoğan’ın 'Kürtaj cinayettir' açıklamasına karşı kadınların düzenlediği kitlesel eylemin AKP döneminde kadınlara karşı sistematik hale gelen saldırılara toplu bir yanıt olarak Gezi'ye giden süreçte önemli bir yeri olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Sadece bu eylemle de sınırlamadan söyleyelim, AKP’nin nasıl büyük bir bela olduğunu en fazla ve ilk hissedenler arasında kadınların özel bir yeri var. Gericiliğin gündelik hayatı boğan baskılarının ilk hedefi olan kadınlar, laiklik ve özgürlük mücadelesinin kesiştiği yerde önemli bir barikat ördüler AKP’nin saldırılarına.
Haziran Direnişi’nin akıllarda kalan neredeyse tüm sembolik fotoğraflarında ve Haziran günlerinde kadınların kimilerine çok şaşırtıcı gelen görünürlüklerinin bir nedeni de buydu.
Haziran günlerinin üzerinden artık epey zaman geçti, Özellikle 10 Ekim saldırısı ve ardından gelen 1 Kasım darbesiyle beraber ülkemizde AKP karşısındaki öfke azalmamakla beraber, sokaklara pek yansıtılamıyor. Kürt illerinde kesintisiz biçimde devam eden savaş ve AKP’nin bunu kullanarak tüm ülkeye yaymaya çalıştığı devlet baskısı-zoru nedeniyle toplumsal muhalefet sokaklarda eski etkinliğiyle var olamıyor.
Biraz da buna güvenerek kimi 8 Mart eylem ve etkinliklerini yasaklamaya çalışan AKP uzun bir aradan sonra ilk kez ciddi bir ders almış oldu. 6 Mart günü çok sayıda kadın örgütünün birlikte düzenlemek istediği mitingi yasakladılar ama eylemin fiilen hayata geçmesine engel olamadılar. Tüm Kadıköy’ü eylem alanına çeviren kadınlar, hem Haziran Direnişi’nin bu topraklardaki etkisinin silinemeyeceğini hem bu ülke halklarının AKP-Saray rejimine teslim olmayacağını bir kez daha gösterdiler. Sloganları, şarkıları, kahkaları ile umutlarımızı büyütürken, polis saldırısı karşısında dayanışmaları kararlılıkları ile hepimize örnek oldular.
Türkiye’yi bir bütün olarak IŞİD zihniyetinin egemen olduğu bir ülkeye dönüştürmeye çalışan iktidarın özellikle kadınları hedef alması tesadüf değil. 8 Mart eylemlerinin iktidarın hedefi olmasının temel nedeni, toplumdaki gerici ve erkek egemen algıya yaslanarak yol alma hayali. Hemen her gün bir biçimde kadınları hedef alan müdahalelerin yarattığı tepkinin ve öfkenin farkında olmalarını da buna ekleyebiliriz.
İktidar, baskıyla, zorla sınırlamaya çalıştı ama başaramadı, kadınlar sokakları terk etmedi.
Eylem günü sosyal medyada yayılan bir cümleye atıfla yazacak olursak, 2016’da Türkiye’ye Bahar 8 Mart eylemleriyle geldi.
Kitlesel, Militan, Meşru, Birleşik Mücadele
Kadıköy’de ve ardından 8 Mart akşamı Taksim’de gerçekleşen iki büyük eylemin kuşkusuz eksikleri, tartışılacak yanları vardır. Ancak şu aşamada bundan daha önemli olan başardıklarıdır ve toplumsal muhalefetin tüm bileşenleri için ders alınması gereken yanlar barındırmaktadır.
En önemlisi konunun muhatabı olan tüm gerçek örgütlü öznelerin, farklılıklarına rağmen içinden geçtiğimiz dönemin ihtiyacına uygun olarak farklılıklarından çok ortaklıklarını öne çıkarmayı ve ortaklaşmayı başarmış olmalarıdır. Ortak bir siyasal irade şekillendirildikten sonra meşru bir eksende militanca ortaya konan birleşik mücadelenin hızlı biçimde kitleselleştiğini ve pek çok eylemi-etkinliği engelleyebilen polis zorunun da çaresiz kaldığını görüyoruz, bu önemli.
6 Mart’da kelimenin gerçek anlamıyla rezil olan kolluk kuvvetleri ve iktidar, 8 Mart günü üstelik İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen gece yürüyüşünü ise sadece izlemek zorunda kaldılar.
Özellikle Kadıköy eylemi sırasında hedef gözetip bilinçli biçimde Kürt kadınları ile diğer kadın örgütlerini ayrıştırmaya, hedefi daraltarak şiddet uygulamayı denemeleri ve bu planın kadınlar arasındaki kuvvetli dayanışma ile boşa çıkarılması önemli bir ayrıntı olarak kayıt altına alınmalıdır.
Türkiye sosyalist hareketinin şansı ve sorumluluğu
Gündem yapmışken meselenin sosyalist hareket açısından önemli olduğunu düşündüğümüz iki noktasına değinerek devam edelim.
Kadın özgürlük mücadelesinin hedefini kadını erkeğin düzeyine çıkarmak olarak görmek eksik hatta yanlış bir algıya neden oluyor. Bunun yerine hedefi iki cinsi de bugünkü aşağılanmadan kurtararak "insanlaştırmaktır" olarak görmek önemli. Bu yaklaşımı, kadını ezen erkeğin de aslında bozulmuş ve aşağılanmış bir insan türü olduğunu hatırlattığı için değerli buluyoruz. Sosyalizmin hedefi, kadını ve erkeği insanlaşma sürecinin daha üst basamağında daha özgür ve daha gelişkin olarak eşitlemektir. Başka bir ifadeyle kadının kurtuluşu aslında mevcut durum itibariyle görece avantajlı olan erkeğin de kurtuluşu olacaktır.
Sosyalizm deneyimlerinin bu kapsamda önemli ileri sıçramalara imza atmış olduğunun altını çizdikten sonra önemli eksikleri olduğunu da eklemek zorundayız. Örneğin, bugün Türkiye’deki pek çok devrimci çevrede olduğu gibi sosyalist ülkelerde de üye (nüfus) oranları ile yönetici oranları incelendiğinde yukarıları doğru çıktıkça kadın sayılarında belirgin bir azalma görülmesi üzerinden atlanacak bir konu değildir.
İki, AKP döneminde pek çok başka alanda olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesi açısından da büyük bir olanakla karşı karşıyayız. Türkiye’de her geçen gün kadın mücadelesi gelişirken kadınların toplumsal mücadele içindeki rolü de gelişiyor.
Bu objektif veri doğru biçimde değerlendirilir, kadınların mücadelesi üzerinde gölge edilmezse, gerçek bir eşitliğe giden yolu açacak olan Türkiye sosyalist devrimi aynı zamanda belirgin bir kadın rengi taşımaya adaydır. Bunun sonucu, yeni sosyalizm deneyimimizin eski örneklerin de çok ilerisine geçebilecek bir ilk birikimle yola çıkmasıdır. Kadını da erkeği de geliştirecek böylesi bir devrimci süreç, eşitlik ve özgürlük anlayışımızın da geliştirilmesine önemli bir katkı sağlayacaktır.
Bu hem önemli bir şans hem önemli bir sorumluluk olarak Türkiye Devrimi’nin gündemindedir.
Son bir not
Kuşkusuz, Kürt sorununu sadece Kürtlerin, gençlerin sorununu gençlerin veya doğa katliamlarıyla ilgili meseleleri sadece çevrecilerin ele alması gerektiği gibi bir düşüncem olmadığı gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ilgili sadece kadınlar konuşabilir, yazabilir, tartışabilir gibi bir fikre de sahip değilim. Ancak eşitlik-özgürlük mücadelesinin bayraktarlığını yapma iddiasındaki sosyalist hareketin içinde önemli oranda kadın militanın varlığını önemli bir veri. Kadın arkadaşlarımızın marksizmin konuya dair yaklaşımını, gerekiyorsa eleştirisini veya savunusunu yapabilecek birikimleri olduğu da açık. Bu verili durum ortadayken sosyalist hareket içinde “kadın sorunu” kapsamında yazıları daha fazla erkeklerin yazmasını, erkeklerin konuşmasını doğru bulmamakla kalmıyor, açıkca bunu yapmamayı öğrenmeye çağırıyorum.
Henüz bıyıklarımızın çıkmadığı dönemde bıyıklı ağabeylerimizin “kadınız, haklıyız, kazanacağız” sloganı attırdığını görmüş, kadınların "kadın sorunu" konusunda eğitilmeleri için erkek yoldaşların görevlendirildiği örnekleri yaşamış, şaka ile bile olsa “kadın sorunu kadınlara bırakılmayacak kadar önemli bir konudur yoldaş” sözlerini işitmiş komünistler olarak ilk görevimiz kadın yoldaşlarımızın önünden çekilmektir.
Birlikte daha büyük mücadelelerde yanyana dövüşebilmek için...